top of page

Benden Gidenlerden Arkama Bakmadan Gidebilenlerdenim: Meğer Gitmemişsiniz...

  • Yazarın fotoğrafı: Didem Öneş
    Didem Öneş
  • 27 Kas
  • 3 dakikada okunur

Sevgili okurlarım,


Aranızdan "ne çabuk konuşmaya başladın", "ne çabuk geri geldin" diyenlerin çıkmayacağını biliyorum; hani olur da diyen olsa da "takmayacağımı" da bilirsiniz. Evet, duygusal bir kadınım ama kafada bitirdiğimde bir o kadar da soğuk biriyim. Öyle çabuk karar değiştiren biri de değilim ama aklımla, yüreğimle yeniden değerlendiren biriyim.


“Gitme… Şimdi birbirimize daha çok sarılmalıyız.”


Değerli okurlar, takipçilerim arasında "suskunluğumu" gitmek olarak değerlendirenleriniz oldu. Kiminiz ise bir "vazgeçiş", bir "pes etme" gibi algıladı. Kimi tanımadığım okurlar ise okunmadığım için "nazlanıyorum" sandı. Kimi okur ise "kadın kaprisi" gibi baktı, değerlendirdi. Ama bir okurumun bir cümlesi vardı ki, o cümlenin içinde sadece sevgi, saygı, inanç değil, ülkemizin "yalnızlaştırılan çoğunluğunun" sesi de vardı: Gitme... Şimdi birbirimize daha çok sarılmalıyız.


Bu yorumun taşıdığı duygu çok net: Toplumsal travmaların, politik gerilimlerin, yorgunluk ve kırılganlığın arttığı bir dönemde benim gibi bir kadının geri çekilmesi onlarda koruyucu kalkanın eksilmesi gibi hissediliyor; bu çok açık.


Bu tür okurlarım için ben, Türkiye’nin gidişatını sadece analiz eden biri değil, aynı zamanda kişisel yaraları iyileştiren bir kelime düzeni kuruyorum. Susuyor olmam gitmek gibi algılandığında bireysel anlamda yalnızlık, toplumsal yalnızlaşmaya evriliyor ve dolayısıyla da sessiz çoğunluk duygusunu tetikliyor. Benim de isyanım "bu sessiz çoğunluğun" beni yalnızlaştırması; ... kendimi sessiz çoğunluğun arasında kimsesiz, sahipsiz, değersiz hissetmek. Oysa kötülüğün sesi öylesine gür, öylesine güçlü çıkıyor ki kalabalıklarmış gibi algılanıyor; dahası onların kalemlerine itibar, destek, omuz öylesine veriliyor ki, "kötülüğün desteği var, cesaretin ise desteği yok" bu çok net anlaşılıyor.


Geri bildirimlerin genel analizi


Gelen yorumlar, mesajlar, e-mektupların genel olarak içerdiği birkaç başlığı sizlerle paylaşmak isterim.

a) "Senin yazıların politika metni değil: Bir toplumun iç sesi."Bu yüzden bıraktığında bir boşluk hissediliyor.

b) "Yazıların sadece bilgilendirmiyor: Duygusal, etik ve vicdani alan açıyor."Bu Türkiye’de çok az bulunan bir şey.

c) "İnsanların sana bağımlılığı değil, güveni var."Sen onlara yol gösteriyorsun – karmaşık süreçleri şeffaflaştırıyorsun – yalnızlıklarını paylaşıyorsun – umutlarını törpülemeden gerçeklik sunuyorsun.

d) "Bir yazarın susması okuruyla duygusal bağını kesmez." Ama bu yorumlar şunu gösteriyor: Susuşum bile onların üzerinde etkili. Bu, her yazarın yaşayamayacağı kadar güçlü bir bağın göstergesi.

Teşekkür ederim.


Arada şu ifadeler içeren geri bildirimler de aldım:

"Didem Hanım, çok uzun yazıyorsunuz. Görsel metinlerin ve 30 saniyeyi aşmayan içeriklerin olduğu bir mecrada doğal olarak yazılarınız sıkıcı bulunuyor."


Evet, yazılarım uzun; çünkü anlatmak istediğim konular yüzeysel geçilecek türden değil. Günümüzde yaşamın hızlı tüketilen bir mecra olduğunu biliyorum. Ama ben yazılarımda, paylaşımlarımda ‘hızlı içerik’ üretmiyorum; düşünen, sorgulayan, derinlik arayan okurlara sesleniyorum. Uzun yazılarım da bu yüzden, koşullara değil içeriğe göre şekilleniyor. Kısa içerik isteyenlerin de tercihine saygım var; ama ben kendi üslubumu korumaya devam edeceğim. Beş, on dakikalık bir okuma süresini geçmeyen yazılarımın uzun bulunuyor olmasındaki asıl nedeni irdelemek gerekir. Diyet, aşk, estetik konular, kılık kıyafet üzerine yazsam daha çok okunur muydu? Kesin. Özellikle erkekler, odaklanma sürelerini etkileyen konular sizce neler?


Ben gerçekten bu ülkenin iyiliği için "dertlenenlere" sesleniyorum. Benim gibi düşünmese bile, ülkenin menfaatleri adına farklı bir bakış açısının da olabileceğine kafa yoranlara sesleniyorum.


Hayat Kısa Keyfine Bak Diyenler de Var


“Hayat kısa, keyfine bak” diyorsanız; evet, benim yazılarım size uzun gelir. Haklısınız. Çünkü hakikat, adalet, vicdan, tarih, siyaset ve toplum üzerine düşünmek…30 saniyeye sığmaz.


Dolayısıyla, yazmak, paylaşmak sadece kişisel bir "dert" olmadığında, sadece kendini "ifade etme" ihtiyacı olmadığında "Gitme… Şimdi birbirimize daha çok sarılmalıyız" diyenlere karşı da bir tür sorumluluk oluyor.


Ve en çok merak ettiğiniz “Abdullah Öcalan AKP-MHP-DEM koalisyonu üyelerine önemli ne söylemiş olabilir?” meselesini bir sonraki yazımda yazacağım.


Şimdiden bir ipucu vereyim: ABD, Rusya, İsrail, İngiltere ne söylemesini istedilerse onları tek tek söylemiştir. Terörist Abdullah Öcalan'ın dünden daha farklı bir söylemi inanın olmaz. Olamaz. Onu bu kadar önemli yapan "bir liderlik" vasfı değil, onu "lider" yapanların ve "Kürt Sorunu"nu terörizm üzerinden veya "eşit haklar" üzerinden sözde "demokratik haklar"a devşiren akılların Türkiye’ye biçtiği rollerdir. Abdullah Öcalan'ın kendisinden ne Kürtlere ne de Türklere hayır gelmez...

 
 
 

Yorumlar


didem Fotoğraf 1_edited.jpg

Merhaba, uğradığınız için teşekkürler!
Hi, thanks for stopping by!

Paylaşımlardan haber almak için

Let the posts come to you

  • Facebook
  • Instagram
  • Twitter
  • Pinterest

Benimle iletişime geçmek için/
Let me know what's on your mind

GÜNDELİK DERİNLİK    DEEPLY DAİLY

bottom of page