top of page

BU HANGİ DEVLET ? “Devlet CHP’ye iktidarı vermek istemiyor” Psikolojik Harekat Etkisinin Analizi

  • Yazarın fotoğrafı: Didem Öneş
    Didem Öneş
  • 16 Eyl
  • 5 dakikada okunur

Değerli okurlarım, uzun yıllardır, gerek siyasetin etkilediği toplumun bir kesiminde gerekse medyada, Türk Milletine karşı yürütülen psikolojik savaşın en beligin söylemlerinden biri, "Devlet CHP'ye iktidarı vermek istemiyor" ifadesidir. Önce şunu netleştirelim, size geçtiğimiz yazılarımda, "devletin", "devlet aklının" anayasal tanımlarını ve milletinin faydasına hareket eden bir devleti, bilimsel, meşru, siyasi boyutlarıyla anlatmıştım. Lütfen açıp okuyun. Dolayısıyla bu yazımda "devlet nedir, nasıl olmalıdırı" tekrar anlatmayacağım. Şimdi gelelim "Devlet CHP'ye iktidarı vermek istemiyor" söyleminin nereden nasıl türediğine, bir toplumun buna nasıl ikna edilmek istendiğine.


Söylemin Kökeni


1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün önderliğinde modernleşme ve evrensel değerlerle uyumlu bir anayasal düzeni hedeflemişti. Cumhuriyetin ilk yıllarında siyasal düzenin taşıyıcısı olan CHP, altı ok ilkeleri ile devletin kurucu kimliği hâline geldi. Ancak Atatürk’ün 1938’deki vefatından sonra, Türkiye siyasetinde, feodal yapılar, toprak ağalığı, cemaat ve tarikatların yeniden etkinlik kazanması, Kurtuluş Savaşı ile coğrafyaya istedikleri şekli veremeyen güçlerin müdahaleleriyle birlikte bu kurucu kimlik sistemli şekilde tartışmaya açıldı. Dolayısıyla söylemin çıkış kronolojisi ve sürecin hedeflerinin iyi anlaşılması gerekir. Bu yazımda söylemin yerleştirilme dönemlerini önce sizlere sunacağım:


Demokrat Parti Dönemi (1950–1960)


Türkiyede halkın, özellikle muhafazakar sağ seçmenin yeni kurulan, genç cumhuriyetin aydınlanma ve modernlikle ilgili atılımlarına, halkçı politikalara karşı şüpheci yaklaşımı hep olagelmiştir. Laiklik, toprak reformu, sanayileşme hamleleri toplumun belli bir kesimini rahatsız etmiştir. Bir toprak ağası olan Adnan Menderes'in siyasi tarihimizde bıraktığı izler CHP allerjisinin de nedenlerine işaret eder. Menderes, 1931 Türkiye genel seçimlerinde Aydın milletvekili olarak meclise girdi. Ayrıca 1935, 1939 ve 1943 Türkiye genel seçimlerinde de CHP Aydın milletvekili olarak tekrar mecliste görev aldı. Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümünün ardından CHP'nin başına geçen İsmet İnönü'nün bütün üretim araçlarını devletleştirme faaliyetlerine karşı çıktı. Dörtlü Takrir olayı ve parti içi muhalefetten dolayı 1945 yılında Cumhuriyet Halk Partisinden ihraç edildi. 1945'te Demokrat Parti'yi kurdu. Parti, katıldığı ilk seçimde Türkiye Büyük Millet Meclisinde 61 sandalye kazandı. 1950 Türkiye genel seçimlerinde DP %52,7, CHP ise %39,4 oy aldı. DP 13 puan farkla kazanmasına rağmen seçimde kullanılan çoğunluk sistemi nedeniyle DP 420, CHP ise sadece 63 milletvekili çıkardı. Menderes 19. Türkiye Hükûmetini kurarak başbakanlık görevine başladı. Bu görevini 1960 yılına kadar on yıl boyunca sürdürdü. “Devlet CHP’ye iktidarı vermez” söyleminin kökleri de esasen Demokrat Parti (DP) iktidarıyla atıldı. DP, 1950’de iktidara gelirken kendisini “halkın iradesini temsil eden” parti, CHP’yi ise “devletin partisi” olarak tanıttı. Demekki neymiş, devlet CHP diyerek halkta bir karşıtlık yaratarak iktidar olmuş.


Menderes ve DP kurmayları mitinglerinde sürekli olarak “Yeter, söz milletindir” sloganını CHP’ye karşı kullandı. Bu, CHP’nin halkın değil devletin yanında konumlandığı algısını besledi.


CHP’nin devletçilik politikaları, köy enstitüleri, laik eğitim düzeni ve tarım reformu gibi girişimleri, feodal çıkar grupları ve dini cemaatler tarafından hedef gösterildi.


ABD ile kurulan yakın ilişkiler, 1952’de NATO’ya giriş ve Amerikan yardımlarına bağımlı bir savunma sanayisinin geliştirilmesi, CHP’nin bağımsızlıkçı çizgisini da itibarsızlaştırmak için kullanıldı.


Bu dönemde CHP, iktidar tarafından “halktan kopuk, elitist, devletin zorlayıcı yüzü” şeklinde etiketlendi.


1950’de iktidara gelen Demokrat Parti zamanında siyasal şiddet büyük bir artış göstermesiyle, siyaset mücadelesi normal seyrinden çıkarak 1952’de Balıkesir’de, 1957’de Gaziantep’te, 1958’de Zile’de 1959’da Uşak, Topkapı ve Geyikli’de, 1960’ta da Kayseri civarında siyasal şiddet örnekleri ülkeyi ciddi anlamda zorladı. Cumhuriyet devrimleri sekteye uğradı, dışa bağımlılık arttı. Devletin kaynaklarının kullanımında şefaflık ortadan kalktı. Özellikle Demokrat Parti’nin son dört yılında demokratik rejimlerdeki normal seviyenin üzerine çıkan siyasî tansiyon, muhalefet lideri ve Cumhuriyetin kurucu liderlerinden İsmet İnönü’ye saldırılara kadar varan sonuçlara neden olunca 27 Mayıs’ta askerler yönetime el koydular.


1960 Sonrası Vesayet ve Algı


27 Mayıs 1960 askeri darbesi ile DP kapatıldı, ancak bu kez de “CHP darbecilerin desteklediği devlet partisi” suçlaması gündeme geldi.

CHP bir kesimin gözünde “askerle işbirliği yapan parti” konumuna düşürüldü.


1961 Anayasası ile demokrasi genişlese de, halkın, özellikle işçi, emekci hakları ciddi olarak korunsa da, demokratik bir siyaset üretimi için yasalar geliştirilse de, CHP’nin devletle özdeşleştirildiği "darbe destekleyicisi" imajı, sağ siyaset tarafından sürekli pekiştirildi.


1970’ler ve CHP’nin Düşmanlaştırılması


Ecevit’in “Toprak işleyenin, su kullananın” sloganıyla yükseldiği 1970’ler, CHP’nin halkçı bir çizgiye kaydığı dönemdi. Ancak sağ kesim tarafından bu sefer de:

Komünizmle özdeşleştirme kampanyaları yürütüldü.


ABD ile gerginleşen ilişkilerle birlikte (özellikle Kıbrıs Barış Harekâtı, 1974), bu defa sağ kesim; CHP’nin “devletin bekasını tehlikeye atan” bir parti gibi gösterilmesine neden oldu. Devletin içinde, askeriyede, güvenlik güçlerinde, özellikle sağ kesimde ABD'nin politikalarına eş değer "komunizmle mücadele" adı altında CHP seçmenlerine ve sol kesime karşı düşmanlaştırma siyaseti güden bir yapı oluştu. Bu düşmanlaştırma aygıtlarının başında da tarikat ve cemaatler kullanıldı. Tarikatlar ve milliyetçi-mukaddesatçı kesimler, CHP’yi “din düşmanı” olarak yaftaladı.


NATO ve ABD Faktörü


Türkiye’nin NATO’ya girişinden sonra şekillenen soğuk savaş düzeni, devlet içindeki güvenlik bürokrasisini ABD ile uyumlu hâle getirdi. Bu yapı, CHP’nin bağımsızlıkçı söylemlerini sürekli tehdit gibi gördü. 1970’lerden itibaren sol düşünceye karşı yürütülen kontrgerilla faaliyetleri, CHP’yi “devlet istemez” algısına mahkûm eden bir psikolojik zemini besledi.


1974 Kıbrıs Barış Harekâtı:


CHP, Kıbrıs çıkarmasını yaparak tarihî bir başarı kazandı. Ama daha önemlisi stratejik milli bir alan kazandı. Ancak ABD’nin ambargosu sonrası sağcı çevreler “CHP devleti krize sürüklüyor, ABD ile sorun yaşatıyor, bürokrasi CHPyi istemiyor” diyerek yeni bir versiyon üretti. Tarikatlar ve sağ basın CHP’yi “Moskova uşağı” ilan etti. Bu, NATO ve ABD eksenli psikolojik harp taktiklerinin Türkiye’deki yansımasıydı. ABD'nin uyguladığı ambargo yüzünden bazı ürünlerin Türkiye'ye girişinin engellenmesiyle yaşanan ekonomik sıkıntıların nedenini CHP yönetimine bağlayan sağcı halk kesimleri, ekonomik dar boğazın asıl nedenlerini anlayamadı.


Yani aslında CHPyi iktidar istemeyen devlet, millet değil, ABD'nin çıkarlarını gözeten siyaset, bürokratik yapı ve sermaye grupları ve silah sanayii çıkar çeteleriydi.


1980 Darbesi ve Soğuk Savaşın Devamı


12 Eylül 1980 darbesi, siyaseti tümden kapatırken CHP’ye “anarşiyi besleyen solcuların partisi” damgasını vuruldu.


80 darbesini asıl hazırlayan süreci okuyamayan halk, anarşi bitti zannetti. Oysa Türkiye'nin dönüştürülmesine yönelik net uygulamalara geçen ABD, İngiltere, Rusya politikaları görülmedi.


CHP ve siyasi partiler kapatıldı, ardından SODEP ve SHP gibi türevler çıktı. Bu bölünme, “devletin istemediği parti iktidar olamaz” algısını pekiştirdi.


Devletin kurulmasına izin verdiği partiler ile ABD'nin desteklediği partiler ANAP gibi siyasi partiler oluşturuldu. Bu dönemle birlikte tüm siyasi partiler bir el tarafından yeniden şekillendirildi. Sermaye, Medya, Sanayii, Asker, Bürokrasi liberal politikaların küreselleşme aygıtlarına dönüştü. Tüm partiler bundan nasibini aldı.


Kontrgerilla ve NATO:


1980 sonrası NATO destekli kontrgerilla faaliyetleri, sol ve bağımsızlıkçı düşünceleri hedef aldı. CHP ve türevleri bu çerçevede “sakıncalı parti” imajıyla yaftalandı.


1990’lar–2000’ler: Sürekli Güncellenen Ezber


28 Şubat’ta Refah Partisi askeri ve koalisyin ortakları müdahaleleri ile iktidardan düşerken, bu defa “devlet İslamcıları istemiyor” ezberi gündeme geldi. Oysa "devlet" denilen o günkü aygıt ABDnin bu günkü hamlelerine hazırlanan politikalara yön vermekteydi. Ama CHP’ye karşı üretilmiş şablon "darbeci, vesayetçi" gibi ifadeler pekiştirildi.


2002 seçimleri sonrası AKP iktidarı, CHP’yi yine “devletle kavgalı, milletle bağ kuramayan” parti olarak sundu. Baykal’ın Erdoğan’ın siyasi yasağını kaldırması süreci bile “CHP iktidar olamaz çünkü devlet istemez” söylemini değiştirmedi. Peki, Baykal Erdoğan'ın siyasi yasağını kaldırması için mi aslında CHP'nin başındaydı? Kim bilir?


ABD'nin istemediği partiler iktidarda kalamazlarken, AK Parti'nin, 23 yıl boyunca iktidarda kalmasının sadece siyasi bir başarı olduğunu söylemek elbette yanlış olur. Evet, bunda CHP'nin, örgütlenme yapıları ve siyaset yapma biçimlerinde, partiye giren siyasetçilerin tıpkı sağ partiler gibi çıkar gruplarıyla etkileşimde olma nedenleri varsa da, asıl neden bu gün gelinen noktadır: Abdullah Öcalan'ın bir kurucu önder olarak pazarlanabileceği bir ortamın hazırlanması meselesidir. ANAYASANIN DEĞİŞTİRİLEBİLMESİNDE GEREKEN PSİKOLOJİK SAVAŞIN BAŞARISI İÇİN "Devlet CHPyi iktidar yapmaz" söyleminin mayasının tutması amaçtır.


ÖZETLE

CHPyi DEVLET Mİ İKTİDAR YAPMAK İSTEMİYOR YOKSA ÇIKAR ORTAKLIKLARININ ULUSLARARASI BOYUTLARI VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİNİN UYGULAYICILARI MI


KARAR MİLLETİNDİR




 
 
 

Yorumlar


didem Fotoğraf 1_edited.jpg

Merhaba, uğradığınız için teşekkürler!
Hi, thanks for stopping by!

Paylaşımlardan haber almak için

Let the posts come to you

  • Facebook
  • Instagram
  • Twitter
  • Pinterest

Benimle iletişime geçmek için/
Let me know what's on your mind

GÜNDELİK DERİNLİK    DEEPLY DAİLY

bottom of page