top of page

CUMHUR İTTİFAKI TÜRKİYE'Yİ UÇURUMLU YOLDA NEDEN SERT VİRAJLARA SOKUYOR?

  • Yazarın fotoğrafı: Didem Öneş
    Didem Öneş
  • 19 Eyl
  • 5 dakikada okunur

Yeni Bir Ülke ve Anayasa İçin Girilen Sert Virajlar


2025, Türkiye’nin iç ve dış politikasında zikzakların en sert yaşandığı yıllardan biri olarak kayda geçmekte. Bir yanda "Abdullah Öcalan Açılımı", diğer yanda "CHPyi bitirme, yıpratma taktikleri", ayrıca günümüze gelene kadar Cumhur İttifakının yanlış dışpolitikalarıyla, bile isteye İsrail ile hızla artan gerilim, yetmezmiş gibi şimdi de, Cumhur İttifakı’nın—özellikle MHP lideri Devlet Bahçeli’nin—“TRÇ İttifakı” (Türkiye–Rusya–Çin) çıkışı…

Bu virajlar bile isteye yapılmıyorsa, ortada çok ciddi bir devlet aklı var demektir; yok bile isteye ise o zaman devletin idaresinde durum sanılanın da ötesinde vahimdir.


Kudüs üzerinden kurulan hamasi söylemler, “Kudüs düşerse Ankara düşer” gibi tarihi ve stratejik bağlamdan kopuk ifadeler, aslında Türkiye’nin gerçek kırılma noktalarını perdeleyen bir siyasal mühendislik işlevi görüyor. Çünkü mesele Kudüs değil; mesele Suriye ve Irak’tı, geçmiş ola. Türkiye’nin bekası Kudüs’te değil, kendi sınırlarının hemen ötesinde şekillenmekteydi. Irak'ın bölünmesi, şimdi de Suriye'nin bölünmesine verilen katkı yadsınamaz. Siyasal İslam ve Türk İslam sentezi, Avrasyacılık, Atlantikçilik elele verip bu güne bizi getirdi; ve bu gün Ankara–Tel Aviv hattı onlarca yılın en tehlikeli dönemine girmiş durumda. ACABA? Neden ACABA dedim? Bu durum bile isteye mi yaratıldı sorusunu soralım...


EVET DOĞRU


İsrail’de Nagel Komitesi raporu Türkiye’yi açıkça “stratejik tehdit” ilan ediyor.


Netanyahu hükümeti “İran’dan sonra Türkiye” söylemiyle, açıkça Türkiye’yi hedef ülke olarak konumlandırıyor. Ankara–Tel Aviv hattı gazeteler, askeri açiklamalar hattında, onlarca yılın en tehlikeli dönemine girmiş olarak ifade ediliyor. İsrail’de Nagel Komitesi raporu Türkiye’yi açıkça “stratejik tehdit” ilan ediyor.


Netanyahu hükümeti “İran’dan sonra Türkiye” söylemiyle, açıkça Türkiye’yi hedef ülke olarak konumlandırıyor. Ankara ise İsrail’in Gazze’den Golan’a uzanan güvenlik koridorunu, doğrudan kendi ulusal güvenliğine yönelmiş bir tehdit olarak görüyor.


Bugün karşı karşıya olduğumuz tablo, sadece diplomatik gerilim değil; "Suriye sahasında Türk ve İsrail nüfuz alanlarının çarpışmasıyla büyüyen bir “çatışma geometrisi” " dir. Gelin size biraz “Nagel Komitesi” ve raporu nedir? anlatayım:


Kim kurdu / ne zaman?


Başbakan Netanyahu’nun talimatıyla Ağustos 2024’te kuruldu; odağı “savunma bütçesi ve kuvvet yapılanması” (force-buildup). Başkanı: Brig. Gen. Prof. Jacob (Yaakov) Nageldir.


Ne yayımlandı? 6 Ocak 2025’te ~130 sayfalık rapor sunuldu (yaklaşık 20 sayfalık kısım hariç kamuya açıldı).


Özet olarak: Savunmadan “daha proaktif/önleyici taarruz” vurgusuna kayan bir savunma doktrini ve çok yıllı kuvvet yatırımı önerisi var raporda.


Para boyutu: Farklı analizlerde yıllık +9–15 milyar NIS ek yük toplamda ~133 milyar NIS’lik on yıllık kuvvet-inşası paketinden bahsediliyor; bütçe açığına etkisi tartışmasız.


Resmî yansımalar: Savunma tedarik paketleri ve 2025 bütçe tartışmalarında “Nagel” ara/nihai tavsiyelerine atıf yapıldı.


Not: INSS’nin akademik değerlendirmesi, raporu Brodet/Locker komisyonlarıyla karşılaştırıp yöntem ve uygulanabilirlik açısından eleştiriyor (süre kısıtı, varsayımlar, finansman planı, vb.). Nedir bu INSS? Institute for National Security Studies.

Merkezi: Tel Aviv, İsrail (Tel Aviv Üniversitesi’ne bağlı bağımsız bir düşünce kuruluşu).

Kuruluşu: 2006’da, Tel Aviv Üniversitesi Jaffee Center for Strategic Studies’in devamı olarak kuruldu. Kurulma tarihine dikkat.


Çalışma Alanı: İsrail’in ulusal güvenlik, dış politika, bölgesel strateji, savunma teknolojileri, enerji güvenliği ve istihbarat konularında araştırmalar yapar.

Kadrosu: Eski generaller, diplomatlar, akademisyenler ve güvenlik bürokrasisinden gelen uzmanlardan oluşur.

Uluslararası Etkisi: İsrail’de hükümet karar vericileri üzerinde doğrudan etkisi vardır; aynı zamanda NATO, ABD, AB gibi aktörlerle yakın temas yürütür. “Global Go To Think Tank Index” sıralamalarında Ortadoğu’nun en etkili güvenlik think-tank’lerinden biri olarak gösterilir.


Şimdi INSS, "NAGEL RAPORUNU" eleştirdiği gibi bu raporun bir çok açıklarından bahsediyor.


Şunu asla unutmayın, bir ülke bazen "tehdit sıralamasında" psikolojik savaş amaçlı da yer alır. Yani "it ürür kervan yürür" gibi.


Sayın Bahçeli’nin Türkiye Rusya Çin İttifakı " Önerisi: Strateji mi, Psikolojik Savaş mı? Kime Karşı...


Bahçeli’nin 18 Eylül konuşması, İsrail’e yönelik sert sözlerle birlikte, Türkiye’ye Rusya ve Çin’le yeni bir blok önerisi getirdi. Ancak bu öneri, ilk bakışta “alternatif arayışı” gibi görünse de bana göre derinlemesine incelendiğinde, Türkiye’yi daha da kırılganlaştıracak bir söylemdir, çünkü:

  • Rusya ve Çin zaten İsrail’in en güçlü ticaret ve teknoloji ortaklarıdır. Gazze bombalanırken Rusya’dan İsrail’e petrol, Çin’den teknoloji akışı hiç durmamıştır.


  • Türkiye, ekonomik olarak en kırılgan döneminde bulunmakta, Batı’dan koparılarak bu ittifaka itilirse, finansal ve jeopolitik kuşatma daha da ağırlaşır.


Bu nedenle, "TRÇ" çıkışı bir strateji değil, daha çok bir kırılma mesajıdır: Bu kırılma, Türkiye’yi Batı ile karşı karşıya getirmekle kalmaz; içerde tam otoriterleşmeye zemin hazırlayan bir alan açar.


Gelelim konuşmanın bir diğer paradoksuna:


Kudüs Paradoksu: Asıl Düşen Suriye ve Irak’tı


“Kudüs düşerse Türkiye düşer” söylemi duygusal bir retorik olmakla birlikte, stratejik bir derinlik içermemektedir çünkü tarihsel ve jeopolitik gerçeklikle bağdaşmamaktadır.


Türkiye için birincil güvenlik hattı Suriye ve Irak’tı. Bu iki ülkenin bölünmesi, Türkiye’nin güney sınırlarını kalıcı olarak istikrarsız hale getirmiştir.


Ancak Cumhur İttifakı iktidarı, 2011 sonrası yürüttüğü politikalarla bu bölünmeye fiilen katkı sunmuştur. “Özgür Suriye Ordusu”ndan vekil güçlere, Irak’ın kuzeyinde açılan koridorlardan, ABD’nin PYD/YPG yapılanmasına kadar, yanlış politikaların eseridir...


Bugün Kudüs için meydan okuyanların, Suriye’nin parçalanışına sessiz kalmış olmalarını, hatta teşvik edici olmuş olmalarını anlamak müküm değildir, zira tarihsel bir çelişkidir.


Gerçekte Türkiye’yi doğrudan etkileyecek coğrafya, Kudüs değil; Suriye’nin kuzeyinde kurulan fiili koridorların bağlantıları, hedefleridir.


Hamas Gerçeği ve Gazze Üzerinden Oynanan Karanlık Oyun


Gazze’deki krizin bugünkü boyuta ulaşmasının arkasında, bana göre bir başka çarpıcı ironi var:


Hamas, yıllarca İngiltere ve İsrail tarafından fonlanan, Filistin Kurtuluş Örgütü’nü zayıflatmak için kullanılan bir yapıydı. Bu terör örgütü, 7 Ekim saldırısında sivilleri hedef alarak, İsrail’e “meşruiyet” kazandıran bir bahane üretti. Sonuçta Gazze yıkıldı, on binlerce sivil öldü ve İsrail “Güvenlik Doktrini”ni genişletme fırsatı buldu.


Bugün Kudüs üzerinden verilen sert demeçler, bu tarihsel gerçeği örtmeye yetmez. Çünkü Hamas’ın beslenmesine göz yumulmuş, Filistin davası parçalanmıştır.


Akdeniz, Ege ve Kıbrıs’ta İsrail’in Artan Gücü


Cumhur İttifakı’nın "Kudüsten" söz ettiği süreçte, İsrail sessiz ve sistematik biçimde:

  • Güney Kıbrıs’ta askeri üsler kurdu,


  • Akdeniz’de enerji hatlarını kontrol altına aldı,


  • Ege’de Yunanistan’la ortak savunma stratejisi geliştirdi.


Üstelik tüm bu süreçlere Ankara yıllarca sessiz kaldı ya da yetersiz cevaplar verdi.

Bu nedenle, bugün ifade edilen “TRÇ İttifakı” söylemi gerçekliği ifade etmemektedir. Evet, sosyalist ulusalcılar, Avrasyacılar buna çok sevinmiş olabilirler, ama her zamanki gibi ne nerede yerinde oluru ıskaladılar.

Hadi konuya biraz da bilimsel yaklaşalım Uluslararası Literatürden Çıkarımlarda bulunalım


Neoklasik Realizm bize şunu söylüyor: Dış politika sadece sistemik baskıyla değil, iktidar elitlerinin iç politik çıkarlarıyla da şekillenir. TRÇ çıkışı, Türkiye’nin çıkarı için değil, Cumhur İttifakı’nın iç politikada nefes alma arayışıdır.


Jeoekonomi Teorisi ise bize ne hatırlatıyor: Ekonomisi kırılgan bir devlet, yön değiştirse bile stratejik blokları finanse edemez. Rusya ve Çin ile uçurumlu yolda kurulması istenen bu ittifak Türkiye’ye sadece yeni yükler getirir. Zamanlama ve yöntem son derece yanlış. Yaptığım risk analizi matrisleri bana kırmızı alarm veriyor.


O Zaman Çıkış Sorusu Nedir: Yeni Dünya Düzeni’nde Türkiye Nerede?


Bugün Türkiye’nin önünde tek bir yol vardır:


Atatürk’ün işaret ettiği laik, demokratik, sosyal hukuk devleti kimliğiyle, bağımsız ve çok yönlü bir dış politika inşa etmek. Bu günkü kadrolarla bu mümkün değildir. İktidar değişimi tek çaredir.


Unutulmamalı: Sert Virajlar Uçurum Riski Taşır


Cumhur İttifakı’nın bugünkü söylemleri, Kudüs’ten TRÇ ittifakına kadar, bir stratejik vizyon değil; içerde meşruiyet üretmeye dönük popülist manevralardır.


Türkiye’nin gerçek güvenlik alanı Kudüs değil; Suriye ve Irak’ın bütünlüğü, Doğu Akdeniz’deki denge, Ege ve Kıbrıs’taki haklarıdır.


Eğer bu yanlış virajlarda ısrar edilirse, Türkiye’nin önünde sadece bir seçenek kalır: uçurum.







 
 
 

Yorumlar


didem Fotoğraf 1_edited.jpg

Merhaba, uğradığınız için teşekkürler!
Hi, thanks for stopping by!

Paylaşımlardan haber almak için

Let the posts come to you

  • Facebook
  • Instagram
  • Twitter
  • Pinterest

Benimle iletişime geçmek için/
Let me know what's on your mind

GÜNDELİK DERİNLİK    DEEPLY DAİLY

bottom of page