Cumhuriyet Bayramı, 29 Ekim Eşiğinde Kurucu Sözleşmenin Tasfiyesi
- Didem Öneş
- 4 Eyl
- 4 dakikada okunur
Yaşanlar bir partinin değil, “kurucu sözleşmenin” tasfiyesidir.
Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal süreç, yalnızca CHP'yi bölmek için görevlendirilmiş olan"Truva atlarının" ve CHP seçmeni tarafından göreve getirilen"Değişimcilerin" arasındaki bir çekişmeden ya da iktidar–muhalefet rekabetinin ötesinde, Cumhuriyet’in kurucu sözleşmesinin tasfiyesi üzerine kurulu kapsamlı uluslararası bir yeniden yapılandırma operasyondur. Cumhuriyet’in temelini oluşturan ulus-devlet kimliği, laiklik ilkesi, eşit yurttaşlık anlayışı ve kurumsal denge-denetim mekanizmaları, bugünkü iktidarın uyguladığı kimlik eksenli yeniden "kuruculuk" iddiası güden projesiyle parçalanmak istenmektedir.
Bu bağlamda 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı yalnızca bir milli bayram tarihi değil, aynı zamanda yeni siyasal mühendislik için seçilmiş sembolik bir eşiğe dönüşmüştür. Unutmayalım ki, daha yeni (Ağustos civarı), Cumhurbaşkanlığı bünyesinde “Milli Birlik ve Beraberlik Çalışması / Alevi-Bektaşi Toplumunun Sorunlarını Çözmeye Yönelik Gerekli Adımlar, Çözüm Önerileri ve Uygulama Planı” başlıklı yaklaşık 20 sayfalık bir rapor hazırlandı. Raporun iki yazarı; Ali Arif Özzeybek (Cumhurbaşkanlığı Sosyal ve Gençlik Politikaları Kurulu Üyesi ve Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı Kurucu Başkanı) ile gazeteci Mehmet Çek’tidir. Ankara kulislerinde bu açılımın 29 Ekim 2025 Cumhuriyet Bayramı’nda, Hacı Bektaş’taki külliyenin açılışı sırasında MHP lideri Devlet Bahçeli tarafından büyük bir çıkışla gündeme getirilebileceği konuşuluyor. Eğer bu tarihte bir “Alevi açılımı” ya da benzeri kimlik odaklı hamle açıklanırsa, CHP’nin tarihsel rolü olan kurucu-ulusallık misyonu sonlandırılmış ve dar bir kimlik kabına Kılıçdaroğlu ve ekibiyle hapsedilecektir. Hatırlarsanız, Sayın Bahçeli, "Cumhurbaşkanı yardımcısından biri Kürt, biri Alevi neden olmasın" dediğine dair gazeteler haber yapmışlardı. Bu senaryo gerçekleştiği takdirde, CHP artık “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran parti” değil, yalnızca “bir kimliğin partisi” olarak konumlandırılacaktır. Bu gerçekleşecek olursa, bugünkü Suriye'deki 4'e bölünmüş yapı ve Balkanlar'daki ABD hedefli gelişmelerle de örtüşen bir senaryo olarak icra edilecektir..
Dolayısıyla CHP'ye yönelik asıl mesele, bir örgüt ya da liderlik krizi meselesi değildir; mesele, Cumhuriyet’in kurucu toplumsal sözleşmesinin fesedilip yerine mezhep/milliyet/kimlik eksenli “yeni kurucu anlatının” ikame edilmesidir. Bu varsayımım temelsiz bir okuma değildir; gelin verileri birlikte inceleyelim.
Erken Uyarı Göstergeleri (Watchlist)
29 Ekim’e bağlanan yüksek sembol yüklü söylemler.
MHP kanadından “kuruculuk/yenileme” temalı kavram setinin yoğunlaşması.
Yandaş medyada “CHP yönetemez / iç barış yok” tekrarlarının zirve yapması.
CHP örgütüne sızmış operasyon aparatlarının tutarsız, birbirini boşa düşüren açıklamaları.
Yargı süreçlerinin takvim sıkışması ve eşzamanlı medya kampanyaları.
“Yeni Anayasa” gündeminde prosedür hızlandırma işaretleri.
DEM hattında “entegrasyon–yerel haklar–müzakere” vurgu paketleri.
Kapatmak yerine bölmek: İktidar, CHP’yi kapatmanın yüksek toplumsal maliyeti yerine içeriden ayrıştırma + kriminalize etme stratejisini tercih ediyor.
Algı hedefi: “Kendi içinde barışamayan CHP, ülkeye barış getiremez” çerçevesi, kongre itirazları ve iç gerilimler üzerinden sürekli yeniden üretiliyor.
29 Ekim eşiği: 29 Ekim’de (Cumhuriyet Bayramı) “Alevi açılımı”nın MHP lideri eliyle açıklanması senaryosu; CHP’yi “kurucu-ulusal parti”den tekil kimlik partisine indirgeme hamlesi olarak kurgulanabilir.
Liderlik tartışması: İmamoğlu “hapiste” yolsuzluk algısının merkezinde; Mansur Yavaş “devlet ciddiyeti ve sükûnet” arketipini temsil ediyor ancak kurucu parti tabanından gelmiyor.
Seçmen kümeleri: AKP–MHP tabanında “CHP’ye bedel ödetme” hissi diri; DEM’de öncelik “Öcalan’ın hapisten çıkması” demokrasi umuru değil; İYİ Parti / Zafer Partisi hattında ise Chp seçmeninin onlara gelmesi beklentisi, MHP den ve AKPden daha fazla seçmen kendi partilerine alamayacaklarının farkındalar; Kılıçdaroğlu çizgisindeki sözde CHPlilerde ise kimlik temelli yeni kurucu rol kabulleri tartışılıyor.
Sistem hedefi: “Yeni Türkiye – Başkanlık – Yeni Anayasa” üçlemesi, muhalefeti parçalayarak tek güç haline gelinmek isteniyor.
Zor aygıtı üstünlüğü: İktidar meşruiyeti hukuktan çok güç tekeline dayandırma eğiliminde; bu da demokratik muhalefeti “pasifizm/çekilme” ikilemine zorlamak amaçlı yapılıyor.
Tüm bu uyarı göstergeleri bize iki temel noktayı işaret etmekte:
Sembol kırılması: Cumhuriyet’in “kurucu unvanları”nın el değiştirmesi, 29 Ekim eşiğinde kimlik bazlı yeni kurucu anlatıyla yeni bir Anayasa gelebilir.
Eğer olursa, Bahçeli’nin açıklaması neden kritik? Açılımın Erdoğan’dan değil MHP’den duyurulması, milliyetçi çekirdeğe “devlet aklı” ambalajı sunar; ittifakın kalıcılığına hizmet eder. Kurucu iradeden Cumhuriyet Halk Partisi ve tabanı çıkartılarak yeni bir kurucu irade (KÜRT, TÜRK, ARAP- ALEVİ SUNNİ) hikayesini topluma anlatmak daha kolay olur.
Özetle, bugünkü iktidarın uyguladığı kimlik siyaseti, Andrew Heywood’un “identity politics” literatüründe vurguladığı gibi, Büyük Ortadoğu Projesine uygun tarifli ortak kurucu zemin olarak mezhep, etnisite ve aidiyet ekseninde yeniden tanımlamayı hedeflemektedir. Bu da David Beetham’ın demokrasi teorisinde belirttiği “meşruiyetin üç sütunu”ndan (hukuki çerçeve, rıza, normatif uygunluk) üçünü de zedelemektedir. Yaşanan süreç toplumun rizası alınmadan, Anayasa yani hukuk ihlalleri yapılarak, normatif değerlerden yoksun olarak sürdürülmektedir.
Dolayısıyla mesele, Linz ve Stepan’ın Problems of Democratic Transition and Consolidation (1996) eserinde vurguladığı gibi, yalnızca muhalefetin örgütsel kapasitesi değil, aynı zamanda rejim konsolidasyonu ile demokratik konsolidasyon arasındaki çatışmadır. CHP’nin bölünmesi ya da dar bir kimlik partisi olarak konumlandırılması, Türkiye’de demokratik konsolidasyonun değil, otoriter konsolidasyonun önünü açacaktır. Sürekli her konuda CHP'yi suçlayan herkes bir tarafına kınasını yakabilir.
Bu noktada ülkenin geleceğini belirleyici olan tek bir demokratik güç kaldı, o da demokrasiye ve laik, hukuk, sosyal Türkiye Cumhuriyetine ve Atatürk'e bağlı taban. O tabanın en çok yoğunlaştığı parti ise CHP'dir. CHP tabanının örgütlü aklı ve yekpare dili ile muhalefetin farklı bileşenlerinin ilkesel müştereklerde tutunabilme kapasitesi ülkenin geleceğini belirleyecektir. Ancak bu sayede, iktidarın kurguladığı “parçala, kriminalize et, kimliklere ve ayrışmaya indir” stratejisi etkisizleştirilebilir.
Unutulmamalıdırki, muhalefet alanları da kapatıldıysa; mesele artık“Biz nasıl bir toplum olarak varlığımızı sürdüreceğiz?” sorusudur. Daha doğrusu bir ve büütün olarak sürdürmek bundan sonra mümkün olmayacaktır. Öyleyse ne yapmalıyız, ya vatandan vazgeçeceğiz, ya da siyaset bilimi dilinde “rezilient citizenship” yani dayanıklı yurttaşlık sergileyeceğiz ve Mustafa Kemal Atatürk'ün Gençliğe Hitabesinde bizlere seslendiği gibi vazifemizi yerine getireceğiz.
Yorumlar