DÜNYA'DA VE TÜRKİYE'DE DEMOKRASİ TEHDİT ALTINDA YAZI DİZİSİ - I
- Didem Öneş
- 15 Ağu
- 8 dakikada okunur
MİLLET OLARAK DÖNÜŞÜ OLMAYAN BİR YOLA GİRDİK
HEP BERABER DEMOKRASİMİZE VE TÜRKİYE'YE SAHİP ÇIKMALIYIZ
Değerli okurum yazılarım biraz uzun olabilir, ancak her bir yazının içeriği toplumumuzun olaylara daha derin ve daha akılcı yaklaşmasına destek verecek niteliktedir. Durum tespitimizi doğru yapmaz veya eksik yaparsak, ideolojik açmazlarda kayboluruz. İşte bu nedenle tehdit analizi yazımı bölümlere ayırarak, bir yazı dizi sizlerle paylaşacağım. Bu gün DEMOKRASİMİZ NEDEN NASIL TEHDİT ALTINDA yazımızn birinci bölümünü sunacağım.
Küresel Gerilemeden Yerel Krize
Son on yılda demokrasi, yalnızca kırılgan kurumlara sahip gelişmekte olan ülkelerde değil, yüzyıllardır köklü demokratik gelenekleri olan Batı toplumlarında da ciddi bir gerileme yaşamaktadır. Bu, demokrasinin tarihsel olarak “geri döndürülemez” bir değer olduğu varsayımını çürüten bir tablo ortaya çıkarıyor.
Veriler alarm veriyor:
Freedom House (2024): Dünya nüfusunun yalnızca %20’si “tam anlamıyla özgür” kabul edilen ülkelerde yaşıyor. Bu oran 2005’ten bu yana en düşük seviyededir.
Economist Intelligence Unit (2023): İncelenen 167 ülkenin yalnızca 24’ü “tam demokrasi” kategorisinde yer alıyor; geri kalanlar “kusurlu demokrasi”, “melez rejim” veya “otoriter” sınıfındadır.
Bu düşüş, 20. yüzyılın askeri darbelerle gelen ani rejim değişimlerinden farklı bir biçimde ilerledi. Artık süreçler:
Demokratik kurumların içeriden aşındırılması,
Kuralların hukuki görünümlü ama demokratik özü bozan biçimde yeniden yazılması,
Seçimlerin varlığını koruyup, hukuk devletini işlevsiz hale getiren hibrit modellerin inşası şeklinde gerçekleşmektedir.
Demokrasinin gerilemesinde süreç; klasik darbe ya da açık diktatörlükten ziyade, demokratik kurumların içten içe çökertilmesi, kuralların içeriden yeniden yazılması ve “sandığın var, ama hukukun yok” modeline doğru evrilme şeklinde yaşanıyor.
Yukarıda sıraladığımız özet duruma, akademik literatürde “illiberal demokrasi” (illiberal democracy) veya “rekabetçi otoriterlik” (competitive authoritarianism) denmektedir. Levitsky & Way’e göre, bu modelde sandık, iktidarın meşruiyet aracına dönüşürken; yargı, medya ve sivil toplum gibi denge-denetim mekanizmaları etkisizleştirilerek, iktidarın araçları haline gelmektedir. Dünyada yaşanan bu süreçten gelin ülkemizin nasıl nasiplendiğine değinelim:
Türkiye Bağlantısı: Sandığın Varlığı, Hukukun Yokluğu
Türkiye, bu küresel eğilimin en belirgin örneklerinden biridir.
2000’lerin başında AB üyelik sürecinin yarattığı reform ivmesi, demokratik göstergelerde iyileşme sağladı. Ancak 2010’ların ortasından itibaren zaten yaralı demokrasimizin geriye gidişinde yaşanan aşamalr aşağıdaki başlıklar altında toplanabilir:
Kurumların Partizanlaşması
Yargı, yüksek yargı atamaları ve HSK düzenlemeleriyle yürütmenin kontrolüne girdi.
TBMM’nin denetim mekanizmaları zayıfladı; bütçe ve karar alma hakkı fiilen daraltıldı.
Seçim Süreçlerinin Güvenilirliğinin Aşınması
Seçimlerin adil ve şeffaf biçimde yapılması, demokratik meşruiyetin temel dayanaklarından biridir. Ancak Türkiye’de son yıllarda seçim süreçleri, hem hukuki kararlarla hem de siyasi müdahalelerle güvenilirliğini zedeleyen örnekler yaşamıştır.
2017’deki Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi referandumunda, Yüksek Seçim Kurulu’nun seçim günü aldığı tartışmalı kararla mühürsüz oy pusulalarını geçerli sayması, seçim güvenliğine dair ciddi meşruiyet tartışmalarını başlattı. Bu karar, sandık güvenliği konusunda yerleşik usullerin seçim günü değiştirilebileceğini göstererek demokratik standartları sarstı.
2019 İstanbul Büyükşehir Belediye seçimlerinin iptali ise bu güvensizlik iklimini derinleştirdi. Yüksek Seçim Kurulu, iktidar partisi temsilcilerinin itirazı üzerine seçimi iptal etti; oysa uluslararası gözlemciler, iptal kararının somut delillerden ziyade siyasi baskı altında alındığını belirtti.
Bu iki kritik olay, Türkiye’de seçimlerin yalnızca sandıkta değil, seçim sonrası yargı ve idari karar süreçlerinde de şekillendirilebileceğini göstererek, demokratik meşruiyetin zayıflamasında simgesel birer dönüm noktası haline geldi.
Medya ve İfade Özgürlüğünde Daralma
Ulusal medyanın %90’ının hükümete yakın sermaye gruplarının kontrolünde olması, alternatif bilgi kanallarını daraltmıştır.
Eleştirel gazetecilik, yargı yoluyla baskı altına alınmıştır.
Hukuki Çerçevenin Dönüştürülmesi
OHAL sonrası yapılan anayasa değişiklikleri, kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırarak yürütmenin yetkilerini genişletmiştir.
Yasalar, iktidarın çıkarına göre hızlıca değiştirilerek “yasal otoriterlik” modeli yerleşmiştir.
Hem Dünyada Hem Türkiyede Seçim Süreçlerinin ve Demokratik Kurumların Aşınmasının Nedenleri Arasında
Küresel Çapta:
Popülist liderler: “milletin iradesi” söylemini kullanarak denge–denetim mekanizmalarını zayıflatmış ve kurumları partizanca kontrol altına almışlardır.
Ekonomik krizler: geniş halk kesimlerinde temsil krizini derinleştirip; siyasal tercihlerin kısa vadeli ekonomik vaatlere odaklanmasına neden olmuşlardır.
Sosyal medya çağında dezenformasyon etkisi: bilgi akışını kontrol edenlerin lehine çalışarak seçim süreçlerinde adil rekabeti zedelemiştir.
Türkiye Özelinde:
15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası güçlenen güvenlikçi devlet anlayışı, olağanüstü yetkilerin kalıcılaşmasına yol açarak demokrasiyi ötelemiştir.
Kutuplaştırıcı siyaset uygulamalarıyla, bilinçli şekilde toplum keskin biçimde ikiye bölünerek; ortak demokratik zemin alanı zayıflatılmıştır.
Ekonomik krizler, özellikle yoksullaşan ve orta sınıfı eriyen kitlelerin bağımsız demokratik talep üretme kapasitesini sınırlandırıştır; siyasal tercihler, giderek ekonomik bağımlılık ilişkilerine dayalı hale gelmiştir. Onurlu vatandaşlıktan, ekonomik bağımlılık vatandaşlığına evrilme yaşanmıştır.
Kurumsal hafızanın bilinçli şekilde ortadan kaldırılması ile kurumlar laik, demokratik, sosyal, hukuk Türkiye Cumhuriyetinin Atatürk ilelerine bağlı tarihi misyonlarını unutmuşlardır.
Dünyada ve ülkemizdeki bu süreci gelin grafikle anlatalım:

Görüldüğü gibi Türkiye, 2010’ların ortasından itibaren küresel ortalamanın altına düşüyor ve 2023 itibarıyla fark belirginleşiyor. 2023 ten itibaren grafik çıkarmayışımdaki neden: Economist Intelligence Unit (EIU)’in Democracy Index raporunu yıllık olarak yayımlaması ve en güncel raporun Şubat 2024’te yayımlanmış olmasıdır.
Yazıya artık demokrasinin yıkım aşamalarından bahsederek devam edelim:
1. Siyasal ve Kurumsal Erozyon: Demokrasi İçin Sessiz Yıkımdır
Modern demokratik gerileme, artık geçmişin ani ve görünür darbeleriyle değil, hukukun içten içe yeniden yazılması ve kurumların partizanca kontrol altına alınması yoluyla gerçekleşmektedir. Bu süreçte “yasa” görünürde varlığını korur, fakat işlevsel demokrasi özünü kaybeder. Steven Levitsky & Daniel Ziblatt, How Democracies Die adlı çalışmalarında bu durumu “otoriterleşmenin yasalarla gelmesi” olarak tarif eder. Yani, otoriterleşme bir gece baskınıyla değil, meclis çoğunluğu eliyle, partili kurumlarla ve “meşru!” prosedürler kullanılarak yürütülür.
Şimdi bu yazıyı üzerine oturtacağım kavramsal çerçeveye geçelim:
Rekabetçi Otoriterlik
Levitsky & Way’in “rekabetçi otoriterlik” (competitive authoritarianism) tanımı burada kritik:
Sandık vardır, fakat adil değildir.
Muhalefet vardır, fakat baskı altındadır ya da sistemle uyumludur.
Yargı vardır, fakat bağımsız değildir.
Medya vardır, fakat çoğunluğu iktidar kontrolündedir.
Uluslararası Örnekler verecek olursak:
Polonya: 2015’ten itibaren iktidardaki Hukuk ve Adalet Partisi (PiS), Anayasa Mahkemesi’nin yargıç atama sürecini değiştirdi; yüksek yargıyı yürütmenin kontrolüne yaklaştırdı.
Macaristan: Viktor Orbán yönetimindeki Fidesz, 2010 sonrası anayasayı değiştirerek yargı bağımsızlığını fiilen kaldırdı, medya ve seçim kurullarını kendi atamalarıyla doldurdu.
ABD: 6 Ocak 2021 Kongre baskını, dünyanın en eski anayasasına sahip ülkede bile demokratik kurumların nasıl kırılgan olabileceğini gösterdi; seçim sonuçlarının tanınmaması çağrısı, sistemin meşruiyetine ağır bir darbe vurdu.
Gelelim Türkiye Örneğine: 2017 Sistem Değişikliği ve Sonrası
Türkiye’de 2017 Anayasa değişikliği referandumu, parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ne geçiş sürecini başlattı.Bu değişiklik:
Yürütme Yetkilerinin Merkezileşmesine imkan verdi:
Cumhurbaşkanı hem yürütmenin başı hem de parti genel başkanı oldu; bu, tarafsız devlet başkanlığı ilkesini ortadan kaldırdı.
Bakanlar Kurulu’nun kolektif sorumluluk mekanizması kaldırıldı. Sorumluk ve hesap verebilirlik ortadan kalktı. Devlet sanki partiler ve liderlik ile tanımlandı.
Yasamanın Denetim Gücünün Zayıflaması
TBMM’nin bütçe hakkı daraltıldı; Meclis’in yürütme üzerindeki denetim araçları (soru önergeleri, gensoru) işlevsiz hale geldi.
Cumhurbaşkanı kararnameleriyle yasama bypass edilebilir hale geldi.
Yargı Bağımsızlığının Erozyonu
Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) üyelerinin çoğunluğu, doğrudan Cumhurbaşkanı ve TBMM’deki çoğunluk tarafından atanır hale geldi.
Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmaması, hukuk devletinin fiilen askıya alınmasının simgesi oldu.
Yukarıda saydığımız örnekler elbette çoğaltılabilir, burada amaç durum tespiti açısından bir kaç örnekle yetinilmesidir.
Hukuk Devleti ile Yasallık Arasındaki Boşluk
Yaşadığımız bu süreç, “hukuk devleti” ile “yasallık” arasındaki farkı net biçimde ortaya koymaktadır. Yasalar vardır, ama hukukun üstünlüğü yoktur; kurumlar vardır, ama bağımsızlığı yoktur; seçim yapılır, ama eşit rekabet şartları yoktur. Böylece demokrasi, biçimsel bir kabuğa dönüşürken, içerik olarak otoriterleşir.
2. Ekonomik Eşitsizlik ve Oligarşik Etki
Demokrasi, yalnızca seçimlerin düzenli yapılmasıyla değil, ekonomik güç ile siyasal temsil arasındaki dengeyle de ayakta kalır. Aşırı gelir ve servet eşitsizliği, bu dengeyi bozar; siyasetin finansmanı ve politika yapım süreci, halkın geniş kesimlerinin çıkarından uzaklaşarak sermaye elitlerinin etkisi altına girer. Bu durum, oligarşik demokrasi (oligarchic democracy) olarak adlandırılır. İşte mevcut durumun nedenlerinden biri de budur.
Küresel Durum: Verilerle Eşitsizlik
OECD verilerine göre, son 40 yılda gelişmiş ekonomilerde bile gelir eşitsizliği artış trendindedir.
ABD’de en zengin %1, ulusal servetin %32’sine sahiptir (Federal Reserve, 2023).
Brezilya ve Güney Afrika gibi ülkelerde Gini katsayısı 0,5’in üzerindedir; bu, derin temsil krizine işaret eder. (Yani:bireylerin en alttaki %50'sinin geliri olmadığı ve diğer %50'sinin eşit gelire sahip olduğu bir nüfusta Gini katsayısı 0,5'tir)
Oxfam 2024 raporuna göre: Son iki yılda dünyada yaratılan yeni servetin %63’ü en zengin %1’e aktarılmıştır.
Bahse Konu Eşitsizliğin Demokrasiye Etkileri:
Siyasi Finansman Tekelleşmesi : Büyük bağışçılar ve lobiler, seçim kampanyalarının temel finansörü haline geliyor; bu da politikaları finanse eden elitlerin çıkarlarına göre şekillendiriyor.→ ABD’de Citizens United v. FEC (2010) kararı, sınırsız kurumsal bağışın önünü açarak siyasette para etkisini artırmıştır.
Politika Önceliklerinin Sapması : Servet sahibi kesimler lehine vergi indirimleri ve teşvikler; sağlık, eğitim gibi kamusal hizmetler için ayrılan kaynakları daraltmıştır. Bu durum, geniş halk kesimlerinin devlete güvenini zayıflatmakla kalmadı, toplumsal barışı etkiledi.
Toplumsal Kutuplaşmanın Ekonomik Temeli Eşitsizlik, yalnızca ekonomik değil; kimlik temelli kutuplaşmayı da körükledi. Ekonomik sıkıntılar, göçler veya etnik gerilimler gibi konularla manipüle edildi. Köleler ve efendileri türedi. Sosyal yapılar bozuldu.
Türkiye’de Durum: Eşitsizlikten Temsil Krizine
Türkiye'de, son on yılda gelir dağılımında sistematik bir bozulma yaşandı. Bu bozulma, yalnızca ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda siyasal temsilin ve demokratik katılımın niteliğini belirleyen yapısal bir mesele haline geldi. Nasıl mı?
Gelir Yoğunlaşması bir örnektir:
TÜİK 2024 verilerine göre en zengin %20’lik kesim, ülke toplam gelirinin %49,8’ini alıyor.
En yoksul %20’nin payı ise %6,1 ile sınırlı.
Bu, gelirin neredeyse yarısının nüfusun beşte birinin elinde toplandığı anlamına geliyor.
OECD karşılaştırması yaparsak: Türkiye’nin Gini katsayısı (0,433), OECD ortalaması olan 0,318’in belirgin şekilde üzerindedir. Gini nediri yukarda açıklamıştım. Yani Türkiye, gelişmemiş demokrasiler arasında gelir eşitsizliğinin en yüksek olduğu ülkelerden biridir.
Enflasyon ve Orta Sınıfın Eriyişi:
2021–2024 arasında resmi TÜFE artışı %150’nin üzerinde, bağımsız ölçümlerde ise %200’ü aşan oranlar raporlanmıştır.
Yüksek enflasyon, özellikle sabit gelirli kesimlerin alım gücünü dramatik biçimde düşürmüştür.
Reel ücretler gerilerken, tasarruf yapabilen kesim daralmış; bu da orta sınıfın erimesine ve toplumsal yapının “zengin–yoksul” ikiliğine sıkışmasına yol açmıştır.
Bu Verdiğimiz Örneklerin Demokratik Etkileri ise şöyledir:
Siyasal Temsil Üzerindeki Baskı: Eşitsizlik arttıkça, alt gelir gruplarının siyasi talepleri yeterince yansımaz; siyaset, ekonomik olarak güçlü kesimlerin çıkarlarına duyarlı hale gelir.
Popülizme Açılan Kapı: Geniş kitlelerin ekonomik sıkıntıları, kısa vadeli ve popülist vaatlerle manipüle edilmeye başlanır.
Bağımlılık İlişkileri: Sosyal yardımların siyasallaşması, yoksul kesimlerin oy tercihlerinde bağımsız hareket etme kapasitesini zayıflatır.
Medya ve Bilgiye Erişim: Gelir eşitsizliği, dijital ve bilgi erişim uçurumunu büyütür; bu da dezenformasyona açık olmayı artırır.
Ekonomik-Siyasal Döngü
Türkiye’de gelir dağılımındaki bozulma, siyasal iktidar ile sermaye grupları arasındaki çıkar temelli ittifaklar tarafından beslenmektedir. Bu nedenle, asıl değişimi sağlayacak olan kesimlerin demokrasi talebi ezilenler gibi olmamaktadır. Hatta hiç yok diyebilirz. Onlar için önemli olan çarkın dönmesidir. Nasıl mı?
Kamu ihalelerinin belirli şirketlere yönlendirilmesi, bu şirketlerin hem ekonomik hem de medya alanında güç kazanmasına yol açar, bu da işlerine gelir.
Medya sahipliğinin dar bir ekonomik elitin elinde toplanması, eşitsizlikle ilgili eleştirel haberlerin yaygınlaşmasını engelleyerek, ezilenlerin eşitlik ve demokrasi talepleri bastırılır.
Bir ülkenin teemel demokratik direği Orta sınıftır. Orta sınıf ise giderek yok olmaktadır.
Türkiye’de orta sınıf diye tanımlanan kesim, gelir dağılımındaki istatistiksel payına bakıldığında hâlâ “orta %60” diliminde yer alıyor olabilir; ancak satın alma gücü ve yaşam standartları açısından bakıldığında, bu grubun önemli bir bölümü artık yoksulluk sınırına hatta açlık sınırına yakın yaşamaya başlamıştır.
“Orta Sınıfın” ortadan kaldırılması:
Yoksulluk ve Açlık Sınırı ile Karşılaştırma
TÜRK-İŞ Temmuz 2025 Sonuçları
Açlık sınırı (4 kişilik ailenin aylık gıda harcaması): 26. 413 TL Perakende.org+15turkis.org.tr+15turkis.org.tr+15
Yoksulluk sınırı (gıda + barınma + ulaşım + eğitim vb. tüm temel ihtiyaçların toplamı): 86. 036 TL Bloomberght+8turkis.org.tr+8Sendika+8
Bekar bir çalışanın aylık yaşama maliyeti: 33. 982 TL.Diken - Yaramazlara biraz batar!+15turkis.org.tr+15tds.org.tr+15
TÜİK verilerine göre orta sınıfın ortalama hane geliri, büyük şehirlerde yoksulluk sınırının altında, Anadolu’nun birçok yerinde ise açlık sınırına tehlikeli şekilde yakın.
Satın Alma Gücünün Düşmesi
Yüksek enflasyon ve döviz artışı, gıda, enerji, kira gibi temel kalemleri olağanüstü pahalı hale getirmiştir.
2015’te maaşıyla ev alabilen ya da tasarruf edebilen kesim, bugün kira öderken dahi zorlanmaktadır.
Gelirin Harcama Yapısındaki Değişim
Orta sınıf, gelirinin %50’den fazlasını gıdaya harcamakta ve bu oran, OECD’de “yoksul hane” kriterlerinden biridir.
Tatil, kültür, hobiler gibi “orta sınıf tüketim kalemleri” artık lüks kabul edilmektedir.
Borçlanma ve Kredi Bağımlılığı
Orta sınıfın yaşam standardını koruması, artan şekilde tüketici kredisi ve kredi kartı borçlanmasına bağlı hale gelmiştir.
Bu, finansal kırılganlığı artırmaktadır.
2024 vs. 2025 Karşılaştırması Yaparsak
Gösterge | Temmuz 2024 | Temmuz 2025 |
Açlık sınırı | 19 234 TL | 26 413 TL |
Yoksulluk sınırı | 62 653 TL | 86 036 TL |
Bekar yaşama maliyeti | ~24 902 TL | ~33 982 TL |
Bu veriler, temel ihtiyaçların karşılanabilmesinin bugün çok daha zor olduğunu açıkça göstermektedir.
Aşağıdaki grafik ise vahim tabloyu göstermektedir.

Bu durumun DEMOKRASİye ETKİSİNİ şu şekilde özetleyebiliriz:
Demokrasi ile Bağlantı
Orta sınıf, tarihsel olarak demokrasinin en güçlü taşıyıcısıdır. Eğer orta sınıf yoksullaşırsa:
Siyasal bağımsızlık zayıflar (yardım bağımlılığı artar).
Uzun vadeli demokratik talepler yerine, kısa vadeli ekonomik rahatlama vaatlerine yönelinir.
Popülist ve otoriter liderlikler, bu kırılganlık üzerinden kitle desteği sağlamaya başlar.
Evet, yazı dizimin ilkini burada sonlandırırken hafta başında ikincisini paylaşacağım, lütfen dikkatle okuyup, ayrıntılar ve bizi yönlendirmeler üzerinden gelişmelerin sonuçlarını görememek yerine asıl olan bitenlerden varmamız gereken hedefleri önceliklendirerek olayları okuyalım.
Yazı dizimin ikincisi : Enformasyon Savaşları ve Medya Manipülasyonu ile Küresel Krizler ve Güvenlik Devleti ve Kültürel ve Kimlik Savaşlarını analiz etmek üzerine olacak. Görüşmek üzere.












Yorumlar