DÜNYA'DA VE TÜRKİYE'DE DEMOKRASİ TEHDİT ALTINDA YAZI DİZİSİ - 3
- Didem Öneş
- 22 Ağu
- 6 dakikada okunur
MİLLET OLARAK DÖNÜŞÜ OLMAYAN BİR YOLA GİRDİK
HEP BERABER DEMOKRASİMİZE VE TÜRKİYE'YE SAHİP ÇIKMALIYIZ
Hafta sonuna girerken, geçen hafta, "DEMOKRASİMİZ NEDEN NASIL TEHDİT ALTINDA" yazı dizimi sizlerle paylaşmıştım. Birinci ve İkinci bölümlerden sonra söz verdiğim gibi 3.bölüm ile karşınızdayım. İlginç olan yurt içinde çok ilgi toplamayan yazımın ilk iki serisini ben yazdıktan sonra, benzer şekli ile dünyayı ele alan yazılar yurt dışında saygın kimi düşünce kuruluşlarında ve strateji merkezlerinde yazıldı. Elbette evrensel bir konu olduğundan herkes tarafından ele alınacaktır. Beni mutlu eden, yazılarımdan sonraki tarihlerde benzer yazıların yazılmış olmasıydı. Diğer taraftan, keşke bizde de,ülkemizde çok daha fazla insan bu konularda kafa yorsa ve halka anlatabilse...
Hadi gelin yazı dizimin kaldığımız bölümünden devam edelim :
Türkiye Bağlamı: Demokrasi ve Kurumsal Kriz
Şöyle tarihi bir geçmişe dönelim : Türkiye, 2000’lerin başında Avrupa Birliği üyelik sürecinin yarattığı reform ivmesiyle demokratikleşme açısından bölgesinde örnek ülke konumuna yükselmişti. 2002–2007 arasında çıkarılan uyum paketleriyle işkencenin önlenmesi, ifade özgürlüğünün genişletilmesi ve yargı reformları gündeme gelmişti; Freedom House 2004 raporunda Türkiye ilk kez “kısmen özgür” kategorisinden “özgür” ülke kategorisine yükselmişti. Bakın burası çok önemli! Hatırladınız mı? Sonra ne mi oldu:
2010’ların ortasından itibaren bu tablo tersine döndü. 2013 Gezi protestoları ile başlayan kitlesel muhalefet, şiddetli bir şekilde bastırıldı, kaos hakim oldu ve sonunda gerçekler ile olgular karıştı; 2016 dinci FETÖ darbe girişimi sonrası OHAL ve 2017 Anayasa değişikliği ile yürütme erkini merkezileştiren Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi kurulmasıyla, devletin yapısı değişmeye başladı. Bu gelişmeler, Türkiye’yi uluslararası endekslerde hızla geriye düştü:
Freedom House (2024): Türkiye “özgür değil” kategorisinde. 2004’te “özgür” olan ülke, 20 yılda 30 puan kaybederek demokratik en dip gruba geriledi.
Economist Intelligence Unit (2023 Demokrasi Endeksi): Bu saygın bilimsel endekste, Türkiye 4,0 puanla “otoriter rejim” kategorisinde yer aldı. 2006’da 5,7 puanla “melez rejim” statüsünde olan Türkiye, 17 yılda tam demokrasi ölçeğinde 2 puan kaybetti.
V-Dem (2023): Türkiye, “liberal demokrasi endeksi”nde 180 ülke arasında 146. sırada; 2010’da ise 90’lı sıralarda yer alıyordu.
PEKİ NE OLDU DA BU SONUÇLAR İLE TABLO VAHİM DİYORUZ?
Bugün gelinen noktada, Türkiye’nin demokrasi krizi yalnızca tek bir alandaki bozulmadan değil, birbiriyle iç içe geçmiş dört büyük kırılmanın birleşiminden kaynaklanmaktadır, kısa bir özetle durum tespiti yapalım:
a. Kurumların Çöküşü:
2017 Anayasa değişikliği ile yürütme tek kişide toplandı. TBMM’nin denetim yetkisi gensoru, güvenoyu, bütçe hakkı gibi araçların etkinsizleştirilmesiyle fiilen ortadan kalktı.
Yargı bağımsızlığı zayıfladı: HSK üyelerinin çoğunluğu yürütme tarafından atandığından, bağlılık anayasaya değil, iktidara oldu. Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu, 2017’de yayımladığı raporda bu düzenlemeyi “yargının siyasallaşması” olarak tanımladı.
2017 referandumunda mühürsüz oyların geçerli sayılması, seçim güvenliği açısından kırılma noktası oldu; 2019 İstanbul seçimlerinin iptali ise demokratik iradenin idari kararla değiştirilebileceğinin sembolü oldu.
b. Ekonomik Erozyon:
TÜİK’e göre 2021–2024 arasında resmi enflasyon %150’yi aşarken, bağımsız ölçümlerde bu oran %200’ün üzerinde.
Orta sınıfın çöküşü temel neden: TÜRK-İŞ Temmuz 2025 verileri → Açlık sınırı 26.413 TL, yoksulluk sınırı 86.036 TL. Ortalama hane gelirinin büyük bölümü bu sınırların altında.
Gelir dağılımı: En zengin %20, toplam gelirin %49,8’ini alırken, en yoksul %20 sadece %6,1’ini alıyor. Bu oran vahim olarak sunacağımız OECD ortalamasının neredeyse iki katı.
Orta sınıfın fakirleşmesi, demokrasinin sosyolojik dayanağını zayıflattı ve yurttaşların uzun vadeli demokratik talepleri, kısa vadeli ekonomik çıkarların gölgesinde kaldı.
c. Enformasyon Tekeli:
Ulusal medyanın %90’ı iktidara yakın sermaye gruplarının kontrolünde.
RSF 2024 Basın Özgürlüğü Endeksine göre: Türkiye 180 ülke arasında 158. sırada.
2023 seçimlerinde deepfake videolar, sahte içerikler ve bot hesaplarla gündemi manipüle eden kesim, demokratik sürecin sağlıklı işlemesini engelledi.
Sonuç: Türkiye’de yurttaşlar bilgiye eşit erişemiyor; hakikat yerine manipüle edilmiş bir gerçeklik üzerinden siyasal tercih yapmak zorunda kalıyor.
d. Eğitimde Çöküş ve Demokratik Kültürün Aşınması:
Demokrasi sadece kurumlarla değil, demokratik kültürle yaşar. Bu kültürün oluştuğu en temel alan ise eğitimdir. Ancak Türkiye’de eğitim sistemi son yıllarda, nitelik ve içerik bakımından büyük bir gerileme yaşadı.
Eğitimin Niteliği
PISA 2022 sonuçları: Türkiye, 81 ülke arasında matematikte 39, fen bilimlerinde 34, okuma becerilerinde 36. sırada. Bu, OECD ortalamasının belirgin biçimde altında.
Öğrencilerin %70’inden fazlası okuduğunu eleştirel biçimde yorumlayamıyor; bu da demokratik yurttaşlığın temel unsuru olan eleştirel düşünme yeteneğinin zayıflığını gösteriyor.
Müfredatın İdeolojik Yönelimi
Son yıllarda müfredat, bilimsel bilgi yerine ideolojik çerçeveye göre şekillendiriliyor. Evrim teorisinin çıkarılması, din derslerinin zorunlu hale getirilmesi ve dini temalarının öne çıkarılması, eğitimde çoğulcu bakış açısını zayıflatıyor.
Bu durum, farklı düşüncelere hoşgörü yerine tek tip bir vatandaşlık anlayışını dayatıyor.
Sosyoekonomik Uçurum
TÜİK verilerine göre, yoksul aile çocuklarının yalnızca %15’i üniversiteye kadar eğitimini sürdürebiliyor; oysa en zengin %20’de bu oran %70’in üzerinde.
Bu, demokratik eşitlik açısından dramatik bir tablo: İkitidarın Eğitim politikaları, sınıfsal ayrıcalığı yeniden üreten bir mekanizma haline gelmiştir.
Üniversitelerin Özgürlüğü
2016 sonrası KHK’larla binlerce akademisyenin görevden alınması, üniversite özerkliğini bitirmiştir.
Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum rektör atanması, akademik özgürlüğün simgesel bir kırılma noktası olmuştur.
QS Dünya Üniversite Sıralaması 2025’te Türkiye’den sadece 3 üniversite ilk 500’e girebildi; bu sayı 2010’da 7 idi.
Türkiye'nin demokrasi özetini kısa verilerle anlatırken, özellikle eğitimde yaşanan bu çöküş, Türkiye’de demokrasinin uzun vadeli dayanaklarını ortadan kaldırdığını net görebiliyoruz. Çünkü demokrasiyi koruyacak olan, yalnızca kurumlar değildir; eleştirel düşünebilen, hak ve özgürlük bilincine sahip yurttaşlardır. Eğitim sistemi bu bilinci üretmediği sürece, demokrasi biçimsel kabuktan öteye geçemeyecektir. Son yıllarda Türkiye’de yargının siyasallaşması artık saklanamaz boyutlara ulaşmasıyla; Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmamasıyla, YSK’nın siyasi baskılarla aldığı kararlarla (2017 referandumunda mühürsüz oy pusulaları, 2019 İstanbul seçiminin iptali) yargının meşruiyeti zedenlenmiştir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Meclis’i fiilen devre dışı bırakmasıyla, Yasama denetimi zayıflamıştır, yürütmenin kararları tek elden alınır hale gelmiştir. Kuvvetler ayrılığı ilkesi kâğıt üzerinde var ama fiilen erimiş durumdadır. Ulusal medyanın %90’ının hükümete yakın grupların elinde olması, demokrasinin en hayati unsuru olan özgür tartışma ortamını ortadan kaldırmıştır. Sosyal medyada ise troll ağları ve algoritmik manipülasyonlar “post-truth” siyaseti beslemektedir Hannah Arendt’in dediği gibi, “gerçeğin çöküşü” otoriterliğin en önemli dayanağı haline gelmiştir.
STK’lara yönelik baskılar, fon tartışmaları, protesto hakkının kısıtlanması sivil toplumun nefesini kesmekle kalmamış, STKların da belli bir gücün eline geçmesine neden olmuştur. Oysa demokrasilerde devletin değil, toplumun sesi esastır. Toplum temsil edilemez noktadadır.
SORU SORARAK DEVAM EDELİM: dünyada demokrasinin hali içaçıcı değilken, ülkemizde ise kağıt üstünde bir demokrasi varken ve yukarda sıraladığımız tüm gerçeklik ortadayken ÇÖZÜM NEDİR?
Demokrasi İçin Yeni Bir Dayanışma Modeli
Hakikati Korumak: Geriye Kalan Tek Dayanışma
Türkiye’de bugün ne özgür kurumlar kaldı, ne de halkın güven duyduğu bir siyasal yapı. Vatandaş yorgun, yılgın, yalnız bırakılmış hissediyor. Bu şartlarda “klasik” demokrasi propoganda modelleri ya da göreceli siyasi reform projeleri boş bir tekrar olur. İşte tam da bu nedenle, geriye tek bir dayanak kalıyor: hakikati korumak ve samiyetle gerçekçilik.
Hakikati korumak, otoriterliğin en zayıf noktasına işaret eder. Çünkü baskının en güçlü silahı, unutturmaktır, gerçekleri perdelemektir. Zulmün en kalıcı galibiyeti, insanların yaşadıklarını kanıksaması ve hafızanın silinmesidir; gerçeklerin ise is perdesi arkasında görünmez olmasıdır. Oysa toplum hafızasını diri tutarsa, gelecekte yeniden doğacak demokrasi için ahlaki ve tarihsel zemin hazır olur. Peki sadece toplumma mı bu görev düşer? Önce İktidara aday olan siyasi partiler bunu gerçekleştirmelidir.
Sunacağım modelin temeli, “küçük hafıza adaları” üzerine inşa edilebilir. İster büyük meydanlarda ister özel alanlarda, küçük tanıklıklar; yüksek riskli eylemler değil, kayda geçirilen sessiz hakikatler… İşte bu yeni dayanışma biçimi, üç düzlemde kurulabilir:
Yerel Hafıza: Her ilde, her mahallede yaşanan adaletsizliklerin, krizlerin, mücadelelerin kayda geçirilmesi en önemli görünürlük olacaktır. Deprem tanıklıkları, işçi direnişleri, kadın cinayetleri, çevre tahribatları… Halk kendi hikâyesini anlattıkça, “bizim hikâyemiz sahipsiz değil” duygusu güçlenecektir. Dayanışma artacaktır.
Dijital Arşivler: Sansürden daha uzun ömürlü olacak biçimde, tanıklıkların güvenli dijital ortamlarda toplanması. Bu hem bugünün hakikatini duyuracaktır hem de yarının demokratik reformları için kaynak olacaktır.
Kültürel ve Anlatısal Dayanışma: Sloganların ötesinde, hikâyelerin, şarkıların, belgesellerin ve gündelik anlatıların içinde hakikati yaşatmak çok önemlidir. Mizah susturulabilir, medya kapatılabilir ama hafıza anlatısı kuşaktan kuşağa taşınır. Yıllarca bu milletin belli bir kesimine Atatürk döneminde "CHP cami yaktı, dindarları astı" yalanları anlatılarak bu gün Cumhuriyetin kazanımlarına düşman bir kesim oluşturuldu; bu kesimin hafızası yıkandı, bilinci sis perdeleriyle kapatıldı onun yerine hurafelerle dindar ve kindar nesiller yetiştirilmek istendi. Ve başardılar da... öyleyse gerçeklerin asıl duyurulması gerekir.
Latin Amerika’da bazı sosyal demokrat partiler, kimlik tartışmalarını geride bırakıp “adalet ve yolsuzluk karşıtlığı” etrafında geniş toplumsal ittifaklar kurdu. Şimdi bizim de "demokrasi, laiklik, adalet, üniter yapımız" üzerinden geniş toplumsal ittifaklar kurmamız gerekir. "Yolsuzluk" gibi konular maalesef toplumumuzun geniş kesimlerinde "benden olan yesin, çalıyor ama çalışıyor" gibi bir ahlak anlayışına dönüşmüştür. Demokrasi ve hukuk olmadan yolsuzlukla mücadele mümkün değildir.
Türkiye’de halkın en büyük gündemi geçim sıkıntısıdır. CHP ise çoğu zaman ekonomi programını soyut ve teknik anlatıyor. Yapılması gereken: somut, gündelik hayatı rahatlatan öneriler. (ucuz gıda -kent lokantaları gibi- kooperatifleri, borç yapılandırma, genç işsizlik için girişim destekleri vb.) Unutmayalım ki, insan, en çok cebine dokunan çözümle ikna olur.
Dışpolitikada ise SURİYE, KIBRIS, FİLİSTİN gibi konularda şu andaki iktidarın başarısız politikalarını nasıl değiştirileceği somut verilerle anlatılmalıdır.
En önemlisi küresel ve yereldeki çıkar grupları ve güç odakları ile millete anlatılıp, bilinçlendirilmesi şarttır. Zeytinliğine el konulan köylü, depremde yerle bir olan arazisine el konulan vatandaş, orman köylerinin boşaltılması, yangınlar tüm bunlar çok net açık anlatılmalı, neden bu sistem değişmeli bilgilendirilmelidir.
Yeni dil inşa edilmeli: ne romantik, ne felaket tellallığı. Gerçekleri saklamadan ama çıkış yollarını da gösteren bir ton. "Her şey çok güzel olacak" dendi evet ama nasıl güzel olacak da bizzat anlatılmalı.
Psikolojik olarak: bu, öğrenilmiş çaresizliği kırar.
Bu, kahramanca direniş gerektiren bir çalışmanın en başlangıç noktasıdır; daha sessiz ama daha kalıcı bir mücadeledir. Çünkü hakikati kaybetmeyen toplum, günü geldiğinde demokrasiyi yeniden kurabilir. Sandıklar geri gelir, kurumlar yeniden inşa edilir, ama ancak hafıza gerçeklerle diri tutulursa, zihniyet gerçekten demokratik olursa…












Yorumlar