top of page

Hakikatin Kapısında Durmak: Kalın’ın Yolculuğuna Eleştirel Bir Bakış

  • Yazarın fotoğrafı: Didem Öneş
    Didem Öneş
  • 12 Kas
  • 5 dakikada okunur

Tekrar Merhaba! İbrahim Kalın'ın ,"Heidegger'in Kulübesine Yolculuk" adlı kitabının değerlendirmesine başlarken, şu konuyu açıklamak isterim: Hacette Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olduğumda, o günün gerçekten müthiş bir eğitimini aldığımı bu gün çok daha iyi anlıyorum. Mitolojiden, felsefeye, edebiyat tarihinden, akımlara, sosyolojiden, psikolojiye kadar bir çok alanda meğer iyi yetiştirilmişiz. Dönemin Doçentleri, Profesörleri alanlarında en iyileri olmakla birlikte, dünya ile yarışabilecek türden bilimsel, akademik donanımlarıyla bizlere sadece edebiyat ve dil bilimlerini değil, aydınlık bir dünya okuması ve dünyayı anlama becerisi kazandırmışlar. Sayın Kalın'ın kitabının incelemesine başlamadan önce tüm değerli hocalarıma teşekkür etmek isterim. Bu gün Akademiada onlar gibi hem cesur hem özgür hem de donanımlı kaç kişi var merak ediyorum...


Heidegger'in Kulübesine Yolculuk adlı kitabın bende bıraktığı etkileri sizlerle paylaşmak için hazırım:


İbrahim Kalın'ın kitabını ben bir tür edebi kurgu, felsefi deneme ve ideolojik metin özellikleri taşıyan “felsefi-ensayistik anlatı” olarak değerlendirdim. “Felsefi-ensayistik anlatı” demek, bir yandan felsefi kavramlarla düşünen, bir yandan deneme özgürlüğüyle konuşan,ama bunu sanatlı, şiirsel bir dille yapan metin demektir.

Kalın’ın kitabı felsefe, deneme ve estetik kaygı içeren üç hattın kesişiminde. Bu kitapta klasik anlamda bir olay örgüsü yok; çünkü roman değil, düşünce-deneme tarzında yazılmış.


Ancak yazar, felsefi düşüncelerini bir yolculuk metaforu üzerinden kurgulamış. Bu nedenle kitabın “olayı”, bir düşünürün kulübesine yapılan sembolik yolculuktur. Kitapta olaylar doğrudan birbirine bağlanmasa da düşünceler tematik olarak zincirlenmiş. Heidegger’den başlayan her fikir, Doğudan bir karşılık bulur. Ancak bana göre bu yolculukta Özne ne Heidegger ne de diğer karakterlerdir. Özne İbrahim Kalındır. Sayın Kalın, “Batı felsefesinin sorunlu bir şahsiyeti olan ama "varlık" sebebini anlamlandırmaya çalışan bir batılı filozoftan yola çıkarak Doğu'nun hikmetine” doğru bir düşünsel seyahat yapmakta. Yolculuğunda, olayların nasıl gerçekleştiğine değil, fikirlerin nasıl birbirine dönüştüğüne odaklandırmak istercesine kaleme almış kitabı. Bana göre, bazen düşünce akışı fazla sıçramalı; Heidegger’den Âşık Veysel’e, oradan Nazım Hikmet’e geçişler gibi çokça sıçrama var. Felsefi bir sohbet havası yaratılmak için, birbirinden farklı düşünce insanlarına değinmek istemesini anlamakla birlikte, seçtiği kişilerin tesadüfi değil çokca sembolik ve metaforik olduğunu düşünüyorum.


Kalın'ın kitabındaki bı sıçramaların okurda “bağlantı eksikliği” hissi yaratabileceğini de düşünmekteyim.


Ancak genel olarak kitap, bir felsefi yolculuk hikayesi gibi ilerliyor...


Kalın’ın anlatımı, doğal olarak bir hikaye anlatımı değil değil, bir filozof-anlatıcıya ait bir deneme anlatımında.Felsefik bakış açısı bir karakter ile sınırlanmıyor; ancak doğrudan yazarın kendi içsel sesini yansıtıyorr. Yani kitapta “ilahi anlatıcı” ya özenen bir sesleniş varr: her şeyi bilen, yorumlayan, öğreten bir ses.

  • Bakış açısı: Gözlemci değil, öğretici. Yazar olaylara dışarıdan değil, içinden konuşuyor— felsefi bir otorite kuruyor Bu nedenle okuyucu pasif bir gözlemci değil, dinleyen bir muhatap gibi.

  • Üslup: Dili ağdalı, yoğun ve metafizik özellikli ve çokca Arapça-Farsça kökenli kelimeler (hakikat, hikmet, murakabe, zuhur, tecelli, hasbi, nazar) ile dolu dolu.Akademik cümle yapılarıyla mistik imgeler yan yana.

    “Varlık’a nazarla bakmak, tefekkürle hakikati duymak, hikmetle onu bilmek…” gibi ritmik, üçlü yapılar sık görülüyor.

  • Anlatım biçimleri:

    • Betimleyici: Heidegger’in kulübesi, doğa, sessizlik, orman atmosferi.

    • Açıklayıcı ve öğretici: Felsefi kavramlar detaylıca veriliyor.

    • Düşsel: Murakabe, hakikat, şifa gibi soyut kavramlar metaforik biçimde anlatılmış. Tüm bunlara rağmen anlatımı ve seçtiği kelimeleri çok fazla tekrara girmiş ve yer yer gereksiz yorucu olmuş.

  • Okunabilirlik:


    Orat düzeyde diyebilirim, ne çok kolay ne de çok zor. Akademik altyapısı veya felsefeyi ve tarihi iyi olmayan bir okur için cümleler ağır, geçişler hızlı ve Kalın'a ait felsefi derinlik yorucu.


    Ancak dili ritmik ve yer yer estetik..Yazar, düşünceyi “şiirleştirmiş”; bu yönüyle felsefi şiir tadında bir kitap olmuş.

Kitabın Konusu ve Karakterleri

Konu:

Bana göre kitap, modern çağın ve modern dünyanın, Batının ruhsal krizi karşısında “hakikate dönüş” arayışının, Doğu'da, İslamda bulunduğunu anlatıyor sanki.İ nsan, teknolojik aklın egemenliğinde kendi özünden koparak, gerçek "varlığı" unutmuştur. Kalın, bu kopuşu hem Heidegger’in varlık anlayışıyla, hem tasavvufun kalp merkezli düşüncesiyle kıyaslayarak anlatmaya çalışmış hissi verdi bana.


Ana fikir:“İnsan, varlığın hakikatini akılla değil, murakabe ve hikmetle kavrayabilir.” Bu murakabe ve hikmetin yolu ise Özümüze "Varlığa" dönüşledir.


Kitaptaki Kimi Karakterler (Felsefi kişilikler olarak)

“Karakter”

Kitaptaki Rolü

Anlamı / İşlevi

Martin Heidegger

Baş “düşünsel karakter” – kitap boyunca konuşulan, sorgulanan, eleştirilen, kimi yerde hakkı teslim edilen figür.

Onun “varlık” sorusu kitabın çıkış noktası.

İbn Arabî

Kalın’ın doğulu aynası.

Varlığın birliğini temsil eder.

Yunus Emre

Sevgi, teslimiyet, dönüşüm sembolü.

Heidegger’in akılcı felsefesine sezgisel bir karşılık.

Âşık Veysel

Anadolu’nun sesi; varlığı sezgiyle kavrayan halk bilgesi.

“Sen olmasan ben olmazdım” dizeleriyle Doğu’nun felsefi sezgisi.

Nazım Hikmet

Modernleşmenin trajedisi, “makinalaşmak” metaforu.

Modern insanın ruhunu kaybedişini anlatır.

Anlatıcı (İbrahim Kalın)

Hem rehber hem yorumcu.

Okuru felsefi bir yürüyüşe çıkarır; aynı zamanda kendi inanç dünyasını örer.

**Kitapta değinilen diğer karakterlere bölüm bölüm ele alacağım yazı dizisinde yer vereceğim.


Bu “karakterler”, bir roman kahramanı değil, felsefi duruşların temsilcileridir. Yani her biri bir dünya görüşünü taşır: akıl, sezgi, şiir, teknoloji, hakikat vs gibi.


Anlatıcı:

İlahi bakış açısı; tek sesli, otoriter anlatıcı.


Bu kitap, görünüşte “düşünmeye davet eden bir deneme” gibi dursa da, aslında okuru düşünmeye değil, düşüncenin belirli bir yönüne ikna etmeye çalışan bir anlatıya sahip. Bana göre; İbrahim Kalın metinde felsefi sorular sorar gibi yapıyor (“Varlık nedir?”, “Hakikat nasıl açığa çıkar?”) ama bu soruların sonunda okura açık bırakılmış bir alan yok. Her sorunun cevabı zaten yazarın zihninde hazır:


“Hakikat sezgidedir, kalpte açılır, akıl yetersizdir.”Bu da kitabın düşünsel yönünü “açık uçlu felsefe”den çok normatif öğretmen diline çeviriyor. Yani: “Doğruyu kendin bul” değil, “Bak, doğrusu budur.” der gibi.


Anlatımı Felsefeyi yorumlar gibi değil, yani Felsefi değil, teolojik ikna biçiminde

Heidegger’den aldığı kavramları (varlık, zaman, teknik, dil) felsefi açıklama için değil, İslamî sezgiyi haklı çıkarmak için kullanıyor. Böylece “felsefi tartışma”nın yerini “hakikatin savunusu” alıyor. Okur, kendi düşüncesiyle diyaloğa değil, metnin otoritesiyle monoloğa giriyor.

Kalın’ın dili açıklayıcı değil, telkin edici bir ritim taşıyor:

  • “İnsan unuttu.”

  • “Modernlik kör etti.”

  • “Hakikat kalpte doğar.”Bu tekrarlar okuru düşünsel keşfe değil, duygusal bir kabule yönlendiriyor. Yani,“dayatma” hissi dilin yapısından geliyor.

Bu tür metinlerde — özellikle “felsefi deneme” görünümündekilerde —

okur, soru sorma özgürlüğünü hissetmelidir. Kalın’ın metninde ise, yazarın bilgisi hakikat statüsünde sunulduğu için okur tartışmaya değil, ikna olmaya davet edilir gibi.


Bu anlatım da, entelektüel bir diyalog değil, “manevi rehberlik” tonuna yaklaşmış. Kitap, biçim olarak deneme olsa daruh olarak öğretici vaaz formundadır. Yani:“Sorgula” demiyor,“Anla, çünkü ben doğruyu buldum” der gibi.


Bu kitabı okuduğumda: “bir noktadan sonra kendimi bir düşünceye değil, bir inanca, bir dünya görüşüne bir sisteme ikna edilmeye çalışılıyorum gibi hissettim. Felsefi tartışmadan çok, doğrulanmış bir dogma anlatısı vardı. Yazarın üslubu okuru diyaloğa değil, teslimiyete çağırıyor; bu da metnin düşünsel özgürlüğünü zayıflatıyor.


Belki de asıl soru şudur: Felsefe bizi hakikate mi götürür, yoksa birilerinin hakikatine mi?


Kalın’ın metninde bu çizgi çoğu kez belirsizleşiyor. “Varlık” sorusunu sormakla başlıyor, ama sonunda “doğru cevabı” bize sunuyor. Oysa felsefe, cevabı verilmiş bir hakikat değil, cevabın sürekli ertelendiği bir arayıştır.


Ben bu kitabı okurken, düşünmeye değil, inan(dırıl)maya çağrıldığımı hissettim.


Belki de tam bu nedenle, Heidegger’in Kulübesine Yolculuk bir felsefe kitabı olmaktan çok, Atatürk Türkiyesine ve bu günkü yaratılmak istenen yeni Türkiye arasındaki farkların zihin haritasını çözmek için bir belge niteliğinde.


Çünkü burada anlatılan yalnızca bir filozofun kulübesi değil — devletin, inancın ve düşüncenin birbirine karıştığı bir “hakikat mimarisi”dir.


Evet sevgili okurlarım, Kitabı değerlendirmeye devam edeceğiz. Yazı dizimi takip etmeyi unutmayınız. Görüşmek üzere


 
 
 

Yorumlar


didem Fotoğraf 1_edited.jpg

Merhaba, uğradığınız için teşekkürler!
Hi, thanks for stopping by!

Paylaşımlardan haber almak için

Let the posts come to you

  • Facebook
  • Instagram
  • Twitter
  • Pinterest

Benimle iletişime geçmek için/
Let me know what's on your mind

GÜNDELİK DERİNLİK    DEEPLY DAİLY

bottom of page