top of page

İbrahim Kalın’ın "Heidegger’in Kulübesine Yolculuk" Kitabını Okurken:Değişmeyen Bir Dilin İzleri

  • Yazarın fotoğrafı: Didem Öneş
    Didem Öneş
  • 11 Kas
  • 5 dakikada okunur

Sevgili okurlarım, bugün bir kitabı ve yazarını konu alacağım. Sayın İbrahim Kalın’ın, MİT Başkanı olduğu için, kitabını alıp okumadım. Okumama asıl neden; Sayın Erdoğan’ın 10 Kasım Atatürk’ü Anma Töreninde yaptığı konuşma oldu. Sayın Erdoğan, Atatürk’ü anmaktan çok, kendi “Gazi Mustafa Kemal” yorumunu ve son yirmi yılda ürettikleri düşünce dünyasını anlattı.

Türkiye’de iktidar mücadelesi artık sandıkla ya da yasayla değil, doğrudan kültürel hafıza üzerinden yürütülüyor. Bunun en görünür işaretini, dün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 10 Kasım konuşmasında; “Atatürk maskesi takanlar”, “milli gün tartışmaları maksatlıdır”, “eli sopalı düşünce özgürlüğü olmaz” gibi çerçevelerde gördük. Bu söylem, AKP’nin yirmi yıldır elinde tuttuğu devlet iktidarını, bir türlü dönüştüremediği kültürel iktidara taşıma arzusunun siyasal ifadesi. Bu arayışın entelektüel yüzü ise son yıllarda peş peşe çıkan kitaplarıyla: modernlikten kaçışı romantize eden Heidegger’in Kulübesine Yolculuk ve “medeniyet”, “gelenek” ve “hikmet” üzerinden seküler Cumhuriyet aklını dolaylı biçimde eleştiren İbrahim Kalın’ın bize sunduğu “medeniyet anlayışı.” Başka bir ifadeyle: Devletin gücü ele geçirildi, ama kültürün gücü hâlâ Atatürkçü Cumhuriyet’te; mücadele tam da bu yüzden daha sertleşiyor, sertleşecek gibi.

Son yıllarda Kalın’ın kitapları ve eserleri medyada geniş bir gündem oluşturdu. Heidegger’in Kulübesine Yolculuk hakkında, Ertuğrul Özkök’ten Dücane Cündioğlu’na kadar pek çok isim yorum yaptı. Bu kadar konuşulunca ben de merak edip aldım.

Aslında Kalın’ı 2025’te ilk kez okumuyorum. Yirmi yıl önce, 2005’te yayımlanan Islam and the West kitabını okuduğumda hissettiğim şey çok netti: Akademik bir çerçeve sunuyor gibi görünse de metin temelde normatifti. Teorik kavramlar, tarihsel referanslar ve felsefi alıntılar, bir noktadan sonra “olması gereken dünya”yı tarif eden kültürel ve metafizik bir anlatıya dönüşüyordu. Bu nedenle daha sonra çıkan eserlerini takip etme ihtiyacı duymamıştım.

Ama zaman geçti; dünya değişti, Türkiye değişti, siyaset değişti. Ben de merak ettim: Kalın’ın dili, düşünce yöntemi, medeniyet–kimlik–varlık eksenindeki yaklaşımı 20 yılda nasıl evrildi? Acaba bu yeni kitap farklı bir ton mu taşıyor? Yoksa yöntem yine aynı mı?

Okuyunca gördüm ki aslında çok şey değişmemiş. Kalın’ın kavramları ele alış biçimi, modernlik eleştirisi, “kök”, “öz”, “medeniyet”, “yerlilik”, “hakikat” gibi anahtar sözcükleri kullanma tarzı ve Batı/Doğu referansları yine aynı çizgide duruyor. Deskriptif bilgi ile normatif yargı arasındaki sınır çok hızlı eriyor. Metin önce felsefi bir tartışma açıyormuş gibi başlıyor, sonra adım adım normatif ve kültürel bir dünyanın ideal tipine dönüşüyor.

Ve tam burada, bu kitabı okumaya neden değer gördüğümü söylemeliyim:Heidegger gibi ontolojiyi merkez alan bir filozofun Türkiye’de nasıl okunup dönüştürüldüğünü görmek, sadece bir kitap değerlendirmesi değil; bir zihniyet analizi yapmaktır.

Benim için asıl ilginç olan da bu: Yirmi yıldır aynı dili yeniden üreten bir kalemin, bir antisemitist olan Heidegger’in “varlık” sorusunu kendi kültürel çerçevesi içinde yeniden inşa etmeye çalışması. Bu ilginçlik bir süre sonra “tekrar” hissine, hatta yer yer sıkıntıya dönüştü. Okumayı bırakmayı düşündüm ama bir eserin nasıl emekle ortaya çıktığını bildiğimden, saygım gereği sonuna kadar devam ettim.

Bu yazıdaki amacım, Heidegger’in Kulübesine Yolculuk’u eleştirmek değil; Sayın Kalın’ın dünya görüşüne “doğru ya da yanlış” demek de değil. Ben kitabı ben nasıl anladım, Kalın’ın düşünsel çerçevesi nasıl işliyor, felsefi bir metni normatif bir Türkiye tasavvuruna nasıl dönüştürüyor — onu anlamak ve aktarmak istiyorum.

Son tahlilde, bir MİT Başkanı’nın ilk kez felsefi bir eserle kamuoyunun karşısına çıkması, bence başlı başına incelenmeyi hak ediyor. Çünkü bir ülkenin istihbarat başkanının hangi düşünce biçimiyle dünyayı okuduğu, o ülkenin gelecekte nasıl yönetileceğini anlamak için önemlidir.

Kitabın basımındaki teknik hata — 224. sayfadan itibaren sayfaların tersten basılması ve son bölümlerin eksik olması — ayrıca düşündürücüydü. İki kitap yazmış biri olarak bu tür bir özensizliği kabul etmem zor; ama yine de içeriğe odaklanmaya çalıştım.


Ama önce Heidegger kim bilmeyenler için çok özet bir giriş yapayım...


Heidegger Kimdir? Dünya Düşünce Tarihindeki Yeri Nedir?


Martin Heidegger, 1889 yılında Almanya’nın güneybatısındaki Messkirch kasabasında doğmuş, 1976 yılında yine Almanya’da, Freiburg yakınlarında ölmüş bir filozoftur.

  • Ülkesi: Almanya

  • Akademik geleneği: Kıta Avrupası felsefesi

  • Üniversiteleri: Freiburg ve Marburg

  • Dönemi: 20. yüzyıl Almanya’sı (Weimar – Nazizm – Soğuk Savaş)

Heidegger, Almanya’nın:

  • I. Dünya Savaşı yenilgisi

  • Weimar Cumhuriyeti’nin çözüldüğü dönem

  • Nazizmin iktidara yükselişi

  • II. Dünya Savaşı sonrası hesaplaşma

  • Soğuk Savaş Almanyası

gibi toplumsal travmalarla şekillenen bir dönemin düşünürüdür.


Bu tarihsel bağlam onun:

  • modernlik eleştirisini,

  • kök–yurtsuzluk temasını,

  • ulus–kader söylemini,

  • teknoloji karşısındaki endişesini,

  • dünyanın ruhsuzlaşmasına dair analizlerini

derinden etkiler.


Aynı zamanda siyasi olarak:

  • 1933–1945 arasında Nazi Partisi üyesidir.

  • 1933’te kısa bir süre Freiburg Üniversitesi rektörlüğü yapmıştır.

  • 2014’te yayımlanan Kara Defterler, onun antisemitizmini ve Nazi ideolojisine felsefi yakınlığını açığa çıkarmıştır.


Martin Heidegger (1889–1976), 20. yüzyılın en etkili, en çarpıcı ve aynı zamanda en tartışmalı filozoflarından biridir. Düşünce tarihinde iki alanı kökten dönüştürdü: ontoloji (varlık felsefesi) ve fenomenoloji. Ancak siyasi tercihi —Nazizmle kurduğu ilişki ve antisemitik ifadeleri— felsefi mirasıyla sürekli gerilim hâlinde varlığını sürdürdüğünü bize göstermekte.

Felsefi Konumu: Kendisine “Varlık” sorusunu yeniden açan filozof denebilir

Heidegger’in en temel önemi, felsefenin merkezine unutulmuş bir soruyu yeniden yerleştirmesidir:


“Varlık nedir?”

Platon’dan Kant’a kadar pek çok filozof “var olanları” (nesneleri, kavramları, bilinci) tartıştı; Heidegger ise “varlık”ın kendisinin ne olduğunu sordu. Bu, dönemin felsefesinin yönünü değiştirdi.

1930’lardan itibaren, düşüncesi üç ana alanda belirleyici oldu:

  • Varoluşçuluk (Sartre — Heidegger’siz düşünülemez)

  • Hermeneutik (Gadamer — yorum biliminin kurucu hattı)

  • Yapısöküm (Derrida — bir anlamda Heidegger’in “dil eleştirisini” radikalleştirdi)


Bugün üniversitelerde modern felsefe, sosyal teori, mimarlık, sanat kuramı, antropoloji hatta yapay zekâ etiği konuşuluyorsa —Heidegger’in izi mutlaka oradadır.


Sosyoloji ve kültür tarihinde yeri

Heidegger yalnızca bir filozof değildir; modern toplum eleştirisinin de kurucu isimlerindendir.

Şu kavramlar, çağdaş sosyolojinin yapı taşları hâline geldi:

  • Yabancılaşma ve dünyasızlaşma

  • Teknoloji eleştirisi (Gestell – her şeyi “kaynak”a dönüştüren düzenek)

  • Kök-süzlük (modern bireyin aidiyetsizliği)

  • Hakikatin araçsallaşması

  • Toplumsal hızlanma, yüzeyselleşme, gündelikliğin çökmesi


Bugün “modern insan neden yalnız?”, “şehir neden ruhsuz?”, “teknoloji insanı nasıl dönüştürüyor?” diye sorduğumuzda kullandığımız kavramların çoğu —Heidegger’den türemiştir.

Zygmunt Bauman’dan Byung-Chul Han’a, Hartmut Rosa’dan Arendt’e kadar bu felsefi akımın geniş bir yelpazesi Heidegger’in modernlik teşhisi üzerine inşa edilir.


Siyaset ve ideoloji açısından önemi — ve sorunlu mirası

Heidegger’in düşüncesi ne kadar derin ve dönüştürücü ise, siyasi tercihi o kadar karanlık ve tartışmalıdır.

  • 1933’te Nazi Partisi’ne üye oldu, Rektörlük konuşmasında Hitler’i överek kariyerinin en büyük etik hatasını yaptı.

  • 2014’te yayımlanan Kara Defterler, Heidegger’in antisemitizminin bireysel değil, felsefî bir yönelim olduğunu açığa çıkardı.

Bu durum, onu “tarihsel figür” olarak çelişkili bir yere oturtur:


İç dünyasının çelişkilerine ve kendini arayış yolculuğuna rağmen, Heidegger hem modern dünyanın en etkili düşünürlerinden biridir, hem de 20. yüzyılın en problemli entelektüellerinden biridir. Kara Defterlerindeki iç dünyasının yansımalarını okursanız bir "entellektüel" olarak görmek mümkün müdür sorusunu da sormamız gerekir.


Bugün akademik dünyada iki görüş vardır:

A) “Heidegger olmadan düşünce tarihi yazılamaz.”B) “Heidegger’in felsefesi ile Nazizm arasındaki ilişki göz ardı edilemez.”

Bu çifte konum —büyük filozof / büyük etik kriz— onu hâlâ tartışmanın merkezinde tutan şeydir.


Dünya düşüncesindeki etkisi

Heidegger’in etkisi sadece akademik alanla sınırlı değildir.

  • Mimarlık (Peter Zumthor, Libeskind)

  • Edebiyat (Brodsky, Celan, Eliot analizlerinde kullanımlar)

  • Psikoloji ve psikiyatri (varoluşçu terapi)

  • Yapay zekâ eleştirisi

  • Teoloji (özellikle Protestan gelenek)

gibi alanlarda “Varlık”, “yer”, “kök”, “yurtsuzluk”, “hakikat” gibi kavramlar onun dilinden ödünçlenir.


Kısacası:Heidegger, modern çağın ruhunu en iyi teşhis ettiği ifade edilen filozoflardan biri sayılır —ama kendi etiğini en kötü kuran düşünürlerden biridir.


Bu ikili yapı, hem onun okunmasını zorlaştırır hem de bugün hâlâ bu kadar konuşulmasına neden olur.


Ben Heidegger'i ele alırken, Sayın Kalın'ın konumunu göz ardı etmeden , Bu Kişinin bir kitap olarak ele alınmasının "Türkiye bağlamı" açısından neden önemli olduğuna ister istemez bakmak istedim.


Son yıllarda Türkiye’de kültür–siyaset tartışmaları yapılırken maalesef "özgür düşüncenin" sadece belli bir kesime ait olması sebebiyle oldukça sınırlandığını düşünenlerdenim. Ama yazımızın ana konusu bu değil. Nedenini çok kısa anlatayım

  • “kök”,

  • “yerlilik, millilik”,

  • “medeniyet” "ümmet",

  • “hakikat”,

  • “modernliğin krizleri” gibi kavramlar Cumhuriyet döneminin, 2002- 2025 yılı arasında, AKP MHP iktidarıyla birlikte yeniden bir forma sokulurken, Heidegger'in felsefi "Varlık" bakış açısı, bu kavramların neredeyse hepsinin kaynak kişisidir.


Bu yüzden, bir insanın Heidegger’i nasıl okuduğu ve feyz aldığı, bir ülkeyi nasıl düşündüğünü de belirler.


Sevgili okurlarım, İbrahim Kalın’ın "Heidegger’in Kulübesine Yolculuk" kitabını incelemeye, sizlerle düşüncelerimi paylaşmaya gelecek yazı ile başlayalım...bu yazı dizimi okumayı unutmayınız. Tekrar görüşmek üzere.




 
 
 

Yorumlar


didem Fotoğraf 1_edited.jpg

Merhaba, uğradığınız için teşekkürler!
Hi, thanks for stopping by!

Paylaşımlardan haber almak için

Let the posts come to you

  • Facebook
  • Instagram
  • Twitter
  • Pinterest

Benimle iletişime geçmek için/
Let me know what's on your mind

GÜNDELİK DERİNLİK    DEEPLY DAİLY

bottom of page