"Saygı" ve "Meşruiyet" Karşılığında, Trump Ne Aldı?
- Didem Öneş
- 26 Eyl
- 5 dakikada okunur
Trump ve Erdoğan Görüşmesinin Kazananı Kim?
İktidar yanlısı medya ile muhalif medya, 25 Eylül Trump-Erdoğan görüşmesini elbette farklı yorumladılar. Her iki kesimin de kendince elbette haklı yanları var. İktidar medyası ve siyasetçileri, 6 yıldan sonra Trump'la yapılan görüşmeyi bir başarı hikayesi olarak iç kamuoyuna sunarken, muhalefet medyası da haklı olarak bu görüşmenin altında yatan asıl nedeni sorguladı. Duygusal ve manipülatif yaklaşımlardan uzak durarak, görüşmenin sonuçlarını ben de değerlendirmek isterim:
Altı yıl sonra masaya oturuldu. Bu geçen 6 yılda, dünyada neler oldu? Bizim sınırlarımızda neler yaşandı? Bu sorular elbette Erdoğan-Trump görüşmesinin ne anlama gelmesi gerektiğinin ve görüşmeden her iki ülkenin de karşılıklı ne amaçladığının ortaya çıkması açısından oldukça önemliydi.
Masada yalnızca iki lider yoktu. Her iki liderin A Takımları da oradaydı. Karşılıklı tebessümler ve dahası Trump'ın abartılı mimik ve söylemlerine, Türkiye'yi temsil eden ekibin yaşını başını almış siyasetçilerinin tıpkı övgü alan çocuklar gibi sürekli "sırıtarak" karşılık vermesi de ayrıca dikkat çekiciydi. Aslında haklılardı da, Trump'ın ve ekibinin, uluslararası ve diplomasi ile alakası olmayan, görgüsüzce ve siyaset psikolojisinin alanına giren kişilik yapıları, Beyaz Sarayda bir çok ülkenin liderlerini aşağılamaları akıllardan elbette çıkmamıştır.
Peki masada başka neler vardı?
Masada milyarlarca dolarlık Boeing siparişleri vardı.
Masada 20 yıllık doğalgaz anlaşmaları vardı.
Masada nükleer işbirliği mutabakatı vardı.
Ama masada aynı zamanda abartılı övgüler, “meşruiyet”i saylayan ve “saygı” kelimeleri etrafında dönen sembolik bir güç savaşı vardı. Güç savaşının baş rol oyuncusu ise ABD Başkanı Bey Trumptı. Neden mi* Az sabır verilerle anlatacağım.
Trump–Erdoğan buluşması, tam anlamıyla psikolojik, ekonomik ve stratejik katmanların aynı anda sahnelendiği bir laboratuvar masasıydı. Bu görüşmeyi başarı ya da başarısızlık olarak değerlendiren her kim varsa, uluslararası ilişkilerden, diplomasiden, stratejiden hiçbir şey anlamıyordur.
Ülkeler arasındaki görüşmeler, mütekabiliyet esası çerçevesinde, iki meşru devletin kendi ulusal menfaatleri için yürüttüğü diplomatik temaslardır. Amacı, tarafların ülke çıkarlarını korumak, krizleri yönetmek ve geleceğe dair bir işbirliği zemini oluşturmaktır.
Dolayısıyla bu tür görüşmelerde “kimin kazandığı” sorusunu sormak mümkündür, ancak cevabı basit bir “başarı–başarısızlık” ikilemine indirgemek doğru değildir. Asıl önemli olan:
Masadan kimin somut ekonomik çıkar elde ettiği,
Kimin stratejik pozisyonunu güçlendirdiği,
Kimin ise yalnızca sembolik görünürlük kazandığıdır.
Trump–Erdoğan görüşmesi de tam bu çerçevede okunmalı: ABD, Boeing ve LNG anlaşmalarıyla milyarlarca dolarlık somut kazançlar elde ederken; Türkiye daha çok diplomatik prestij ve enerji çeşitliliği üzerinden bir kazanım! sağladı denilebilir. Enerji çeşitliliğinin de fayda zarar marjları sonraki günlerde elbette hesaplanacaktır.
Trump- Erdoğan görüşmesinin, önce psikolojik boyutuna bakalım:
Övgünün Gizli Yüzü
Trump dış politikayı kurumsal çizgiden çok kişisel pazarlık üzerinden yürüten bir lider olduğu kesin. Onun için övgü, bir nezaket göstergesi değil, manipülasyon aracı, tıpkı malını satmaya çalışan tezgahtar gibi...
Sosyal psikolojide bu, ingratiation (yağcılık) ya da flattery as manipulation (övgüyle kontrol etme) olarak tanımlanıyor. Yani abartılı övgüler, diplomaside ve saygın bir iş görüşmesinde elbette mümkün değildir. Kaldıki devlet liderleri arasında sohbetler de, kişisel dostluk sohbetleri gibi yürütülemez.
Abartılı övgü aslında superiority game’in, yani "üstünlük oyununun" bir parçasıdır:“Benimle masada olmanı sağlıyorum, sana bir değer veriyorum.”demenin alt metinleridir.
Trump’ın Sayın Erdoğan’a dönük abartılı sözleri de tam olarak bu çerçevede bir çeşit üstünlük oyununda aslında üstün olanın kendisi olduğunu vurgulayan bir narsist yaklaşımdır. Özetle: Gerçek bir hayranlık değil, stratejik bir yaklaşımdır.
"Meşruiyet" ifadesinden – "Saygı" Klasmanına Geçiş
Görüşme sonrasında ABD Büyükelçisi’nin bir gün önceki ve sonrasındaki "çevir kazı yanmasın" türevi sözleri tartışmanın fitilini daha da ateşledi. Önce Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına Trump'ın “meşruiyet” vereceğini ifade etti, baktı ki, Türk Milleti birden ayağa kalktı ve kendisine "hadsiz" diyerek tepki verdi bu defa ertesi gün geri adım atıp meşruiyetten kasıtın “saygı” aslında ifade ettiğini açıkladı. Al birini vur ötekine:
Meşruiyet kavramı, uluslararası hukukta bir devletin varlığını ve iktidarının tanınmasını ifade eder. Türkiye’nin zaten 100 yıllık bir cumhuriyet, BM kurucusu ve NATO üyesi olduğu düşünüldüğünde, bu ifade küçültücü ve yanlış bir çağrışım yarattı.
Saygı kavramı ise daha yumuşak görünse de, “Türkiye’nin saygınlığını ABD veriyor” algısını üretti; bu da vesayetçi ve hiyerarşik bir ton taşıdı.
Diplomatik literatürde bu, bir reframing (yeniden çerçeveleme) ve damage control (hasar kontrolü) örneğidir. Ama Türk kamuoyunda, “statümüzü dışarıdan teyit eden” bir söylem olarak ters tepti. Her ne kadar yandaş medya trolleri için bu ifadeler bir anlam ima etmese de, Türk Milleti hadsize haddini hatırlattı. İşe yaradı gibi görünse de, ABD Ankara Büyükelçisi Tom Barrack yine Türkiye'ye nasıl baktıklarını ifşa etti.
Masanın Ekonomik Boyutu
Bu görüşmenin ekonomik boyutuna dair henüz net bir veri elimizde yok. İlerleyen günlerde daha açık kaynaklar ile değerlendirmek doğru olur. Ama basına açıklanan bizim şimdilik bilebileceğimiz anlaşmlar şunlar oldu:
Boeing Siparişi: THY, toplam 225 uçak siparişi verdi (75 Dreamliner, 150 Max). Bu, ABD’de Boeing Şirketine yapılan dev bir üretim ve istihdam garantisi anlamına geliyor. Bir parantez açarak Boeing Şirketinin İsrail ile stratejik birlikteliği var mı yok mu sorusunu buraya bırakıyorum.
LNG Anlaşmaları:
20 yıllık Mercuria kontratına imza attık; yaklaşık 70 bcm LNG, büyük ölçüde ABD terminallerinden LNG alacağız. LNG'nin verimliliği ve ne şekilde bize geleceği ayrı bir teknik başlık. Bilenler bilmeyenlere anlatsın diyorum, kulağınıza küpe olarak bırakıyorum.
9 yıllık Woodside anlaşması ile 5.8 bcm ek LNG alımı yapacağız. Trump iktidara gelir gelmez, Başta AB ülkeleri olmak üzere görüşme yaptığı tüm ülke liderlerine RUSYA DEVLET BAŞKANI PUTİNDEN doğal gaz almamalarını, aldıkları takdirde sonuçlarına katlanacaklarını vurgulaya gelen bir lider. Yani özetle Trumpla görüşmenin bedeli arasında LNG alış verişi bir mecburiyetttir.
Nükleer İşbirliği MoU’su: Türkiye ile ABD arasında sivil nükleer teknoloji için bir mutabakat zaptı imzalandı. Henüz proje değil, ama kapı açıldı. Bu açılan kapının, bir mutabakat metni ile garantisi yoktur. Süreç zamanla ne olduğunu gösterecek, umarım Türkiye Uzay Ajansına ya da Rusya ile yapılan Akkuyu Nükleersantrelinin türevlerine benzemez.
Bu tablo, “kim sattı, kim aldı?” sorusuna çok net cevap veriyor: ABD satıcı, Türkiye alıcı konumunda. Bunlar Türkiye'nin bekaa sorunları ile yakından ilgili olmayıp, sadece önemli başlıklardır.
Masanın Jeopolitik Hesapları
ABD açısından:
Türkiye ile diyaloğun sürdürülmesinde Trump faktörünün vurgulanması
Rusya ve Çin’e fazla yaklaşılmaması,
Türkiye'nin Ortadoğu ve enerji denklemlerinde, ABD’nin elini güçlendirmesi.
Stratejik kişisel fayda
Türkiye açısından:
Türkiye'de, her geçen gün gerileyen "güçlü lider" algısının yeniden inşası için, iç kamuoyuna “uluslararası meşruiyet fotoğrafı” vermek,
Enerjide Rusya bağımlılığını kırmak, bir nevi çeşitlilik sağlamak,
Nükleer alanda işbirliği seçeneklerini genişletme fırsatı yaratmak: şimdilik sembolik ve kısmi bir kazanç.
Tüm bu veriler ışığında:
Kazanan Kim?
Bir görüşmeyi “başarı” olarak tanımlamak için üç ölçüt vardır:
Somut kazanım (ekonomik, enerji, teknolojik, jeopolitik, savunma, uluslararası güç kazanımı),
Uzun vadeli istikrar (ilişkilerde krizleri azaltması, ortak stratejik hedef birliği),
Eşitlik algısı (ortaklığın dengeli olması).
Bu ölçütlerle bakıldığında:
ABD: Boeing ve LNG anlaşmalarıyla milyarlarca dolar kazandı; enerji ve jeopolitik pozisyonunu güçlendirdi.
Türkiye: Görsel/diplomatik meşruiyet elde etti( Bu Türkiye'nin mi yoksa İktidarın Meşruiyeti mi); enerji arz güvenliğini artırdı ama aynı zamanda ABD’ye bağımlılığını da derinleştirdi.
Sonuç net: Masanın şimdilik Kazananı ABD. Türkiye’nin kazancı kısa vadeli iktidar prestiji ve enerji güvenliği; ABD’nin kazancı ise uzun vadeli ekonomik gelir ve jeopolitik avantaj.
Trump–Erdoğan görüşmesi, fotoğraf karelerinde bir “başarı” gibi sunulsa da, övgülerin abartısı, diplomatik dil sürçmeleri ve imzalanan anlaşmaların içeriği gösterdi ki; gerçek kazanan taraf ABD oldu.
Türkiye’nin hanesine yazılan ise, iç politikada bir “uluslararası destek hikâyesi” ve enerji güvenliği için yeni kontratlar. Ama bunların bedeli, ekonomik bağımlılığın ve stratejik dengesizliğin artmasına mal oldu.












Yorumlar