top of page

Türkiye Bloklar Kırılması Eşiğinde: İKTİDAR DEĞİŞİKLİĞİ SİYASİ DEĞİL BİR VAROLUŞ ZORUNLULUĞUDUR

  • Yazarın fotoğrafı: Didem Öneş
    Didem Öneş
  • 2 gün önce
  • 8 dakikada okunur

Çok Kutuplu Dünya Düzeninin en erken 60 yıl en geç 100 Yıl İçinde Evrileceği Aşama İki Kutuplu Düzendir. Geçiş Süreçlerinin Zorunlu Yenilenme Hamlesi de Her Ülke için Farklıdır. Türkiye'nin bu geçiş sürecinde acil İHTİYACI:


İKTİDAR DEĞİŞİMİ ve LAİK, DEMOKRATİK, SOSYAL HUKUK PARLAMENTER SİSTEMDİR


Son yirmi yıldır uluslararası ilişkiler literatüründe hâkim olan görüş; dünyanın tek kutupluluktan çok kutupluluğa geçtiği argümanıdır. Evet, ancak bu sadece şimdilik geçerlidir. Konuya kısa vadeli, güncel gelişmelerin hızına kapılarak bakanlar için dünya gerçekten “çok kutuplu” bir jeopolitik mimariye doğru evriliyor gibi görünebilir. Oysa iklim değişikliği, enerji dönüşümünün zorunlulukları, gıda ve temiz suya erişimin giderek stratejikleşmesi gibi faktörler devreye girdikçe, dünya düzeninin çok kutupluluğu sürdüremeyeceğini öngörenlerdenim.


Yanılma payım elbette vardır; ancak tek bir senaryoya indirgenmiş kısa vadeli politik öngörülerin, hızla istikrarsızlaşan küresel sistemde hiçbir anlamı olmadığı da açıktır.


ABD’nin 2008 krizi sonrası gücünde yaşanan aşınma, Çin’in yükselişi, Rusya’nın askerî meydan okumaları; ve coğrafi konumları gereği “bölgesel güç” diye tarif edilse de yapısal olarak kırılgan olan Hindistan, Türkiye, Brezilya gibi ülkelerin göreceli artan etkisi; uluslararası sistemi çok merkezli bir rekabet alanı hâline getirdi. Bu nedenle pek çok araştırmacı bugünlerde “çok kutupluluk” kavramına sarılıyor.


Ben ise farklı bir tezi tartışmaya açmak istiyorum:


Bugün “çok kutuplu” olarak tanımlanan düzen, aslında tarihsel olarak kısa bir ara aşamadır. 21. yüzyılın ilk yüzyılı içinde dünya, yeniden, ama klasik Soğuk Savaş’takinden farklı parametrelerle tanımlanan, iki kutuplu bir düzene doğru evrilecektir. Bir eksende demokratik blok; diğer eksende ise otoriter blok. Bu arada "Batı demokratik blok, Doğu otoriter blok" gibi sığ "bloklar" ayrımından bahsetmiyorum. İki kutuplu dünya düzeninde bloklar: demokrasi- teknoloji-yeşil ve mor yenilenme- hukuk devleti- laikler ile; otoriter yönetimler- din-mezhep- tarikat- kabile- şehir devletleri- özgürlüklerin sınırlandığı teknolojik gelişim- yeşil ve mor yenilenmenin yer almadığı daha çok savunma ve savaş ekonomisine dayanan bloklar arasında olacak. ABD- AB- BM - Türkiye'nin, Yunanistanın (gelecekte) bu gün yaşadığı sistem krizlerinin temelinde de bu savaş yatmaktadır.


Diğer tarafta, Hindistan, Afrika, Latin Amerika ve Orta Doğu ülkeleri ise bu iki eksen arasında salınan, her iki bloğu da besleyen, “kullanıma elverişli” ara aktörlere dönüşecektir.


Bu gün, bir eksende ABD–AB–Pasifik Hristiyan blok; diğer eksende Çin merkezli Avrasya jeopolitiği ve buna eklemlenen Rusya, gibi hareket ediliyor.

Hindistan, Afrika, Latin Amerika ve Orta Doğu ise bu iki büyük eksenin ara alanlarında oyun sahası oluyor, buna da "çok kutuplu" dünya deniyor. Güler misin, ağlar mısın bilemem...


Uzayan İktidar ve Rekabetçi Otoriterlik


Modern siyaset biliminin en tartışmasız tespitlerinden biri şudur:

Demokrasiler artık darbelerle değil, iktidarların kurumları içeriden aşındırmasıyla çöker.


Steven Levitsky ve Daniel Ziblatt, How Democracies Die adlı eserlerinde bu sürecin tipik üç aşamasını tanımlarlar:[1]


1. Yargının siyasallaştırılması

2. Medyanın kontrol altına alınması

3. Bürokrasi ve devlet kaynaklarının iktidara bağlanması


Levitsky & Way’in “rekabetçi otoriterlik” kavramsallaştırması ise daha ileri gider: Seçimler yapılır fakat eşit değildir; muhalefet yasaklanmaz ama sistematik dezavantajlara mahkûm edilir; medya ve yargı üzerinde iktidar lehine baskı kurulur; devlet–parti sınırı erir.[2]


Türkiye üzerine yapılan çalışmalarlardan örnek verecek olursam (Esen & Gümüşçü[3], Castaldo[4], Toros vd.[5]) 2010 sonrası dönemin tam olarak bu modele oturduğunu göstermektedir. Uzayan iktidar, devlet kapasitesini güçlendirmek yerine kişiselleştirilmiş karar mekanizmalarını artırmıştır; yargıdan medyaya, yerel yönetimlerden kamu kaynaklarına kadar kurumsal dengenin bozulduğu ifade edilmektedir.


Böylesi bir iç politika sürecinde; Türkiye tam kırılma hattının üzerindedir. Hazar’dan Karadeniz’e, Karadeniz’den Akdeniz’e; Suriye’den Ukrayna’ya; İran’dan Yunanistan’a uzanan hatta eşsiz bir jeopolitik konuma sahip olan Türkiye, içerde ise tam tersi bir süreç yaşamaktadır: rejimin niteliği, uzayan karşı devrimci bir iktidarın yarattığı kurumsal tahribat, toplumsal ayrışma ve sosyolojideki tahribat, bürokratik çöküş ve kişiselleşmiş otoriterlik; Türkiye’yi kendi coğrafi avantajına rağmen zayıf bir devlet kapasitesi ile baş başa bırakmıştır. Türk milletini de yormuş, yıpratmıştır. Bana göre, toplum ciddi bir çöküşün içindedir.


Cumhuriyetin kurucu değerleri erozyona uğramış, devlet aklı kişisel iktidar mantığına indirgenmiş, kurumlar işlevsizleşmiştir. Bir parti devletine dönüşmüştür. Bu durum Türkiye’nin yeni küresel mimaride bir “özne” ye dönüşmesine en büyük engeldir. Ülkemiz, “başkalarının tasarladığı pazarlıkların nesnesi” olma tehlikesi ile karşıkarşıyadır.


Bu nedenle bu yazıda sizlere iki eksenli bir analiz sunacağım:


1. Uluslararası sistem ekseni:


Çok kutupluluktan yeni iki kutupluluğa geçişin nasıl şekillendiğini; ABD’nin 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi, AB ve İngiltere’nin savunma doktrinleri, Çin–Rusya etki alanı, Hazar–Karadeniz–Akdeniz güvenlik kompleksi ve bölgesel güç rekabeti üzerinden tartışacağım.


2. Türkiye’nin iç siyaset ekseni:


Bugünkü otoriter rejim koşullarında “Türkiye bir orta güç olarak yükseliyor” iddiasının neden gerçeklikten uzak olduğunu; kurumsal yenilenme ve iktidar değişimi olmadan Türkiye’nin bu yeni dünya düzeninde aktörleşmesinin mümkün olmadığını akademik verilerle ortaya koyacağım.

Türkiye’de Yirmi Yıllık İktidarın Anatomisi: Kurumsal Erozyon, Toplumsal Ayrışma ve Kişisel Yönetim


Türkiye’nin demokrasi göstergeleri son on yılda keskin bir çöküşe işaret etmektedir. Verilerle ortaya koyacak olursak:

Freedom House, Türkiye’nin özgürlük skorunda 10 yılda 22 puan düşüş tespit etmiştir.[6]


Transparency International, Türkiye’nin 2013 sonrası CPI skorunda 48 basamak gerilediğini göstermektedir.[7]


Dünya Bankası Yolsuzluk Kontrolü Endeksi, Türkiye’nin 2012–2023 arasında yolsuzluk, karapara ile anıldığını ifade ediyor.[8] Bu olumsuzlukların temel bileşenleri:


1. Yargı bağımsızlığının çökmesi:

HSK düzenlemeleri, siyasi davalar, yürütmeye bağlı mahkemeler.

2. Medya hakimiyetinin partileşmesi ve tekelleşmesi:

Basın özgürlüğü endekslerindeki sert düşüş, sahiplik yapısının siyasallaşması kategorileri dünya endekleri veeilerinde yer alıyor.

3. Bürokratik liyakatten sadakate dayalı anlayış

Kamuda üst kademe ve orta kadene atamalarının partiye sadakat esasına bağlandığına dair verilerin artması

4. Karapara, Yandaş ekonomisi gibi olumsuzlukların sistemikleşmesi

İhaleler, kayırmacı ekonomi politikaları, kamu kaynaklarının seçim kampanyalarında kullanımına dair veriler basında dahi yer almıştır.


Bu tablo, siyaset biliminin “state capture – devletin ele geçirilmesi” olarak tanımlandığı durumla izah edilmektedir.[9] Böyle bir ortamda, devlet artan ölçüde bir parti–sermaye–bürokrasi koalisyonunun aracına dönüşerek; toplumsal meşruiyet değil, iktidar sadakati belirleyici hâle gelir. Bu da 'güçlü toplum güçlü devlet' oluşumuna en büyük engeldir.


Çok Kutuplu Aradan Sonra Yeni İki Kutupluluğa: Sistemin Jeopolitik Yeniden Doğuşu


Türkiye’nin içinde bulunduğu jeopolitik çevre altı kritik dönüşüm yaşıyor:


1. Hazar – Zengezur/TRIPP– Orta Koridor

Zengezur geçidi ve Hazar bağlantılı ticari, ekonomik, savunma yolları, Türkiye'yi Avrasya–Avrupa ekseninde kritik bir transit ülke yapmaktadır. Bu, Türkiye’yi dünyanın en önemli lojistik düğüm noktalarından biri haline getirebilir. Ancak, bu günkü sistemle sadece "kullanılan ülke" oluruz ve silah, insan kaçakçılığı, uyuşturucu küresel güçlerin hedefi haline geliriz.


2. Karadeniz: Yeni Avrupa güvenlik omurgası


Atlantic Council’a göre Karadeniz artık Avrupa güvenliğinin fulkrumu, yani ağırlık merkezidir.[10]

NATO’nun doğu kanadı güçlendirilirken, Rusya’nın Karadeniz’deki askerî kapasiteleri AB’nin stratejik paniğini tetiklemiştir.


3. Doğu Akdeniz enerji jeopolitiği


Gaz sahaları, deniz yetki alanı gerilimleri, İsrail–Gazze krizleri ve AB'nin Rus gazını ikame arayışı, Doğu Akdeniz’i global enerji güvenliğinin merkezine yerleştirmiştir.[11]


4. Ukrayna–Rusya savaşı


Savaşın uzun süreli hâle gelmesi, AB’nin savunma kimliğini güçlendirmesine, ABD’nin Avrupa’ya yük devretmesine ve yeni küresel savunma hatlarını geliştirme arayışlarına yol açmıştır.


5. İran’ın rejimini yaymak için hibrit güçler veya “direniş hattı” oluşturması ve her anlamda baskı altına alınmak istenen sistemi

İsrail–İran krizi, Lübnan–Suriye hattının çöküşü ve Körfez’in yeniden hizalanması bölgeyi kökten dönüştürmektedir.


6. Yunanistan–Kıbrıs–Fransa- İngiltere- İsrail- Azerbaycan–ABD ekseninin kalıcılaşması


ABD, İngiltere ve Fransa’nın Ege’deki askerî varlığı, Doğu Akdeniz’de yeni bir güç mimarisi yaratmakta.


Bu değişimlerin tümü, Türkiye’yi coğrafi olarak kilit, fakat rejim zafiyetleri nedeniyle kırılgan bağımlı öngörülebilir bir aktöre dönüştür.


ABD, AB ve İngiltere Güvenlik ve Savunma Doktrinleri: Yeni İki Kutuplu Düzenin Çerçevesi


1. ABD – National Security Strategy 2025

ABD, 2025 NSS belgesinde üç kritik karar almıştır:[12]

a) Küresel sorumluluklarını daraltmak

b) Avrupa’nın kendi güvenlik yükünü alması, ABD'nin ise artık başat kaldıraç olmaktan çıkması.

c) Çin’i stratejik rakip, Rusya’yı taktiksel tehdit olarak kodlamıştır.


AB – Strategic Compass


AB'ye gelince: tarihinin en agresif savunma entegrasyon sürecine girmiştir.

2030’a kadar askeri kabiliyetlerin artırılması, Karadeniz–Doğu Avrupa ekseninde güvenlik mimarisi kurulması hedefleniyor.[13]


Birleşik Krallık – Integrated Review


İngiltere savunma bütçesini %3 hedefine bağladı; NATO içindeki yük paylaşımında daha fazla sorumluluk üstleneceğini ilan etti.[14] ve coğrafi etki alanları için yeni strateji kitapçıkları hazırladı.


Bu üç veri bile; çok kutuplu sistemin giderek iki kutuplu gerilim alanına dönüşeceğini gösteriyor.


Türkiye Bir Orta Güç mü: Potansiyel ve Gerçeklik Arasındaki Fark


Uluslararası ilişkiler literatüründe Türkiye “middle power / orta güç” olarak tanımlanır.[15]

Orta güçler:

Bölgesel çevrelerinde etkili,

Küresel karar süreçlerine zaman zaman katılan,

Fakat süper güçlerle rekabet edecek kaynak ve statüye sahip olmayan aktörlerdir.


Türkiye’nin temel sorunu ise şudur:


Coğrafi potansiyeli devasa olan; kurumsal kapasitesi, toplumsal birliği, anayasal ülke olma yani hukuk devleti olma artıları aşınmış bir ülke.


Tarık Oğuzlu’nun belirttiği gibi, Türkiye son yıllarda “çok hırslı ama kaynağı sınırlı orta güç” davranışı göstermiştir.[16] Bu da stratejik denge güvenilirliğini azaltmaktadır. Gelecek pazarlığında sadece verilene razı olma hali ile yetinmek zorunda bırakmaktadır.


Bu noktada, Çin ve Rusya'yı, Türkiye ile farklı bir otoriter model olarak karşılaştırmanın yanlışına mutlaka değinmeliyiz.


Türkiye'de sıkça yapılan bir yanlış benzetme vardır:


“Rusya’da Putin var, Çin’de Xi var, bizde de tek adam olabilir.”

Cevabım: OLAMAZ


Bu argüman üç nedenle yanlıştır:

1. Stratejik kapasite farkı

Rusya ve Çin: P5 üyeliğine sahiptir.

Nükleer süper güçtür.

Devasa ekonomik ve demografik sermaye kapasitesine sahiptir.


Türkiye böyle bir sermayeye sahip değildir. Tam tersi güçlü demografik sermayesi aşındırılıp, bir " sünni, selefi göçler barınağı" haline dönüştürülmüştür.


2. Kurumsallaşmış otoriterlik ile kurumsuz otoriterlik arasındaki fark

Çin bir Parti-devleti, bürokratik meritokrasidir ve bizden farklı toplumsal yapısı vardır [17]


Rusya'nın güvenlik aygıtı–enerji rantı üzerine kurulu “güç piramidi”dir ve ırksal potansiyeli farklıdır. [18]


Bu gün Türkiye ise; Kişiselleşmiş iktidar, kurumsal erozyon, sadakat ağlarına dayalı yönetimle kurumsuz otoriter bir sisteme sahiptir.[19]


  1. AYRICA Otoriterlik eşittir büyük güç olmak anlamına gelmemektedir.


Süper güç otoriterliği, devasa maddi güçle taşınır. Türkiye’deki otoriterleşme bu güce sahip olmadan devlet kapasitesini zayıflatmakta, ülkeyi daha bağımlı ve kırılgan hâle getirmektedir.


Türkiye’nin Jeopolitik Eşiği:Şimdilik Çok Kutuplu ama İki Kutuplu Düzene evrilecek Dünyada İktidar Değişimi Zorunludur


Dünya, Soğuk Savaş’ın katı yapısından farklı bir biçimde, şimdilik çok kutuplu ama yeniden iki kutupluluğa doğru evrilirken Türkiye’nin önünde iki yol vardır:


1. Mevcut iktidar yapısıyla devam etmek ki, bu durumda

  • Kurumsal çürüme devam edecek

  • yargı bağımsızlığı sorunları sürecek

  • Anayasal devletten Anayasasız devlete evrilecek

  • Toplumsal barışı yok olmakla kalmayıp bölgesel çatışmaların odağı haline gelecek

  • Türkiye dış politikada kısa vadeli taktik pazarlıklara mahkûm olacak

  • Çok kutuplu–iki kutuplu geçişte bölgesel etkisi azalacak


Diğer olasılık ise ve mutlaka olması gereken:


2. Rejimin yeniden laik, demokratik, sosyal, hukuk parlamenter sisteme daha güçlü olarak yapılandırılması ve iktidar değişikliği


Bu seçenek gerçekleşirse:


  • Devlet kapasitesinin onarılması,

  • Kurumsal bağımsızlığın güçlenmesi, denge denetleme işleyişini mümkün kılmak,

  • Hukukun üstünlüğünün yeniden tesis edilmesi,

  • Dış politikada yeni ufukların mümkün olması ve saygınlığın artmasıdır.


Bu nedenle iktidar değişimi bir siyasi tercih değil; Türkiye’nin jeopolitik geleceği açısından zorunlu bir devlet aklı kararıdır.


Sevgili okurum, bu yazımdaki analizimin ana tezi şudur:


Çok kutuplu görünen bugünün dünyası, aslında yüzyıl içinde yeniden iki kutuplu bir mimariye evrilecektir.


Bu geçiş döneminde Türkiye’nin aktörleşmesi, ancak içerde siyasal yenilenme, iktidar değişimi ve kurumsal restorasyonla mümkündür.


Aksi hâlde Türkiye,


Coğrafyası kıymetli,


Fakat siyaseti kırılgan,


Masa kurucusu değil, masaya istenildiği zaman çağrılan ve meşruiyeti dışardan verilen,


Bölgesel bir orta güç olarak büyük fırsatları kaçıran


bir ülke hâline gelecektir.


Türkiye’nin jeopolitik eşiği tam buradadır.


Bu eşik ya iktidar değişimiyle aşılacak, ya da tarihsel fırsatlar elimizden kayıp gidecektir.


Kaynaklar:

[1] Steven Levitsky & Daniel Ziblatt, How Democracies Die, Crown, 2018.

[2] Steven Levitsky & Lucan Way, “The Rise of Competitive Authoritarianism,” Journal of Democracy, 2002.

[3] Berk Esen & Şebnem Gümüşçü, “Rising Competitive Authoritarianism in Turkey,” Third World Quarterly, 2016.

[4] Antonino Castaldo, “Populism and Competitive Authoritarianism in Turkey,” South European and Black Sea Studies, 2018.

[5] Seçil Toros et al., “Democratic Backsliding and Democratic Satisfaction in Turkey,” 2025.

[6] Freedom House, “Freedom in the World 2024: Turkey Report.”

[7] Transparency International, CPI 2024.

[8] World Bank, “Control of Corruption – Turkey,” 2012–2023.

[9] Hellman, Jones & Kaufmann, “Seize the State, Seize the Day,” World Bank, 2000.

[10] Atlantic Council, “A Security Strategy for the Black Sea,” 2023.

[11] Policy Center for the New South, “Eastern Mediterranean Gas Politics,” 2024.

[12] White House, National Security Strategy 2025.

[13] European Union, Strategic Compass, 2022–2025.

[14] UK Government, Integrated Review Refresh & Defence Command Paper, 2023–24.

[15] Holbraad, Middle Powers in International Politics, 1984.

[16] Tarık Oğuzlu, “Turkey as a Restrained Middle Power.”

[17] Andrew Nathan, “Authoritarian Resilience,” Journal of Democracy, 2003.

[18] Vladimir Gel’man, Authoritarian Russia, 2015.

[19] Esen & Gümüşçü, “Why Did Turkish Democracy Collapse?”, Party Politics, 2021.











































 
 
 

Yorumlar


didem Fotoğraf 1_edited.jpg

Merhaba, uğradığınız için teşekkürler!
Hi, thanks for stopping by!

Paylaşımlardan haber almak için

Let the posts come to you

  • Facebook
  • Instagram
  • Twitter
  • Pinterest

Benimle iletişime geçmek için/
Let me know what's on your mind

GÜNDELİK DERİNLİK    DEEPLY DAİLY

bottom of page