"İsrail Türkiye Saldıracak mı, Saldırmayacak mı"
- Didem Öneş
- 1 gün önce
- 7 dakikada okunur
Sınırlarımızdaki gelişmeler, Suriye, Gazze, Lübnan, Yemen, Katar gibi ülkelerde yaşananlar, Ortadoğu, Körfez ülkeleri gibi ülkelerin asın ve entelejansları ve elbette Türk Kamuoyunda, özellikle iktidar yanlısı basın ve yayın kaynaklarıyla birlikte kimi düşünce kuruluşları; vatandaşlarımızın bir bölümünde, devlet yetkililerinin kamuoyuna verdikleri mesajların da eytkisiyle "İsrail ile bir Savaşın çıkacağını" düşünmekteler. Doğal olarak sıradan vatandaş, "İsrail Türkiye'yi vuracakmış, Netenyahu bak basının önünde sıra Türkiye'de dedi, Katarı da vurdu şimdi sıra Türkiye'deymiş, gelecekleri varsa görecekleri de var" diyerek bu algıyı satın almış görünüyor.
Bu noktada karşımıza çıkan temel soru şudur: “İsrail gerçekten Türkiye’ye saldıracak mı, yoksa bu yalnızca bir algı yönetimi mi?” İşte bu tür iddiaları anlamak için, duygusal reflekslerden sıyrılıp soğukkanlı bir analiz yapmak gerekir. Çünkü böyle büyük iddialar tek boyutlu okunamaz; sosyolojik, psikolojik, ekonomik, askerî, politik ve uluslararası dengeler açısından ayrı ayrı değerlendirildiğinde gerçek ile propaganda arasındaki fark daha net ortaya çıkar. Hadi gelin inceleyelim:
İddia ile Gerçek Arasındaki Fark
Bir ülkeden diğerine “saldıracak” gibi büyük iddialar hemen doğru kabul edilmemeli. Önce şu soruları sormalıyız: Bu iddia nereden çıktı? Kim söylüyor? Hangi amaçla yayılıyor? Çünkü çoğu zaman bu tür söylemler gerçek saldırı hazırlığının değil, propagandanın, korku yaymanın veya iç siyaseti yönlendirmenin aracıdır. Ancak yaşadığımız coğrafya ve İsrail'in hukuk tanımaz, Uluslararası anlaşmaları yok sayan ve insani tüm değerleri alt üst eden saldırganlığı dikkate alındığında elbette konunun ciddiyeti de dikkate alınmalıdır. Ben bugünkü yazımı sıradan vatandaşların konuyu daha iyi anlayabilmesi için akademik veya siyasi literatürü kullanarak bir yazı yazmayacağım, "çıkar çatışmasındaki ülkelerin" birbirlerine verdikleri mesajların sadece diplomasi üzerinden değil, kamuoyu üzerinden de verilebildiğini bilerek, ama asıl hedefin iç kamuoyu olduğunu da anlatarak irdeleyeceğim. Aynı zamanda, 2016’dan (FETÖ Darbe Girişiminden sonra) bugüne Türkiye–İsrail ilişkilerinin seyri, Hamas faktörü, ticari bağlar, RAND/NATO raporlarının bulguları ve Türkiye’nin iç politik dönüşümünün dış politikaya etkileri üzerinden de analizler yapacağım. Hadi başlayalım:
Önce gelin tarihi kronolojiye bakalım
Kronoloji: 2016–2025 Türkiye–İsrail İlişkileri
2016 Normalleşmesi: Mavi Marmara krizinden sonra diplomatik ilişkiler yeniden açıldı; Türkiye NATO’daki İsrail karşıtı vetosunu kaldırdı
2017 Sistem değişimi: Başkanlık sistemine geçildi; dış politika kararları daha merkezi hale geldi.
2018–2021: Kudüs krizi sonrası sert retorik, fakat ticaretin yükselişi.
Kudüs Krizini hatırlayalım (2017–2018)
Aralık 2017’de ABD Başkanı Donald Trump, Kudüs’ü resmen İsrail’in başkenti olarak tanıdı ve Amerikan Büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma kararı aldı.Bu karar, hem İslam dünyasında hem de uluslararası hukuk açısından büyük tepki topladı çünkü Kudüs’ün statüsü BM kararlarıyla “müzakereyle belirlenecek” konumdaydı. Cumhurbaşkanı Erdoğan o tarihte: “Kudüs kırmızı çizgimizdir.”dedi ve ekledi “ABD bu kararı alırsa İsrail ile diplomatik ilişkileri koparabiliriz.”Özetle, siyasi söylemde Ankara–Tel Aviv hattı en gergin dönemlerinden birini yaşadı. Ancak bu sert retorik, ekonomik bağları kesmedi. Ticaret aynı yıllarda artmaya devam etti. İstanbul’da İslam İşbirliği Teşkilatı olağanüstü toplandı, Kudüs’ün “Filistin’in başkenti” olarak tanınması çağrısı yapıldı.
Peki sonra ne oldu?
2022 tam normalleşme: Büyükelçiler karşılıklı atandı; ticaret hacmi 6–7 milyar $a ulaştı
7 Ekim 2023 Hamas saldırısı: Nova festivalinde yüzlerce sivil bu saldırıda öldü; İsrail Gazze’ye kara harekâtı başlattı ve Suriye/Golan operasyonlarını yoğunlaştırdı. Ancak Türkiye-İsrail ticareti devam etti. Bu arada yüzlerce Gazzeli çocuk İsrail saldırılarında yaralandı, öldü, evsiz, ailesiz kaldı.
2024 Ticaretin durdurulması: Türkiye ancak Mayıs’ta ekonomik ambargosunu açıkladı ; yıl sonunda İsrail’in Türkiye’den hâlâ 2.87 milyar $ ithalat yaptığı ifade edildi.
2025 Doha saldırısı: İsrail’in Hamas heyetine saldırısı sonrası “sıra Türkiye’de” söylemi gündeme geldi
Sözün özü, Türkiye–İsrail hattında 2016–2022 arasında normalleşme ve ticaret artışı, 2023 sonrası ise Gazze savaşı kaynaklı gibi görünen, Suriye'de Esad'ın devrilmesi ve ŞARA geçici yönetiminin iş başı yapmasıyla, İsrail'in Golana ve Suriye'ye yerleşmesi ön plana çıkıyor. Ancak askeri krizden ziyade retorik ve demir ticareti olduğuna dair iddialar gibi ekonomik çelişkiler gözlemleniyor. Diğer taraftan İktidarın yetkililerinin açıklamalarıyla, Türk kamuoyunda “biz de hedef olabiliriz” kaygısının tetiklediği ifade ediliyor.
KONDA’nın 2023 verilerine göre toplumun %65’i “dış tehdit söylemlerini ciddiye alıyor”. Bu oran, iktidar yanlısı medya tarafından sürekli üretilen “tehlike kapıda” haberleriyle daha da artarken, siyaseti ve gelişmeleri tam okuyamayan sıradan vatandaş için bu tür söylemler, günlük hayatın ekonomik sorunlarından bile daha öncelikli hale gelebiliyor.
Burada dikkat çekici olan nokta, vatandaşın “devletin bir bildiği vardır” diyerek kendini güvende hissetme isteğiyle, son dönemde üretilen kaos ve gerilimin asıl kaynağının "dış güçler" etkisini pekiştiriyor. Yani vatandaş hem otoriteye güveniyor hem de aynı anda kaygı üreten gelişmelerden etkileniyor. Bu ikili etki, toplumuniktidar yanlısı kesimlerinde hızlıca “dış düşman var, dikkatli olmalıyız, iktidar etrafında kenetlenmeliyiz” algısını pekiştiriyor ve toplumsal kimlik konsolidasyonu sağlıyor. Dış tehdit söylemi, içerdeki kutuplaşmayı gölgeleyerek “biz ve onlar” ayrımı üzerinden bir milli birlik hissi yaratmayı amaçlıyor.
Sonuç olarak, “İsrail saldıracak” iddiası, toplumda askeri bir senaryo olmaktan ziyade, politik algı ve kimlik inşası işlevi görebilir. Unutulmamalıki, kriz dönemlerinde insanlar daha kolay yönlendirilebilir. Siyaset bilimi literatüründe buna “Bayrak Etrafında Kenetlenme” (Rally Around the Flag) etkisi denir. Bu etkiye göre, dış tehdit algısı yükseldiğinde toplum iktidarın etrafında toplanır, eleştirel düşünce geri plana düşer.
Gelin bu durumu örnekleriyle anlatalım: ABD’de 11 Eylül 2001 saldırılarından hemen sonra Başkan Bush’un kamuoyu desteği %55’ten %90’a çıktı. Bu, dış tehdit algısının liderlere sağladığı en çarpıcı örneklerden biridir.
Türkiye örneğine gelirsek: 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra iktidarın topluma sunduğu “milli birlik” söylemi, farklı siyasal kesimlerde geçici bir kenetlenme yarattı. Bu süreç, “dış güçler” vurgusuyla iç kamuoyunda konsolidasyonu kolaylaştırdı.
"İsrail Türkiye'ye saldırır mı" meselesine bir de bu işin olabilirliğine ekonomik boyutu ile bakalım:
Cumhur İktidarının bir savaşı karşılayabilecek ekonomik gücü var mı? Savaşın Bedeli Nedir?
Bir ülkenin başka bir ülkeye saldırmasının en büyük caydırıcı unsurlarından biri, doğrudan askeri güçten önce ekonomik maliyetidir. Modern uluslararası ilişkilerde savaş, sadece silahların değil, ticaretin ve finansal dengelerin de savaşıdır.
O zaman konuya bir de Türkiye–İsrail hattındaki ekonomik tablo bakalım:
2016–2022 tarihleri arasında diplomatik iniş çıkışlara rağmen ticaret hacmi her yıl artış göstermiş. 2022’de büyükelçilerin yeniden atanmasıyla hacim 6–7 milyar $ seviyesine ulaşmış.
7 Ekim 2023 Hamas saldırısı sonrası, ESAD'ın devrilmesi, İsrail'in Gazze’ye kara harekâtı başlatmasına imkan vermiş. Ankara sert söylemler kullanmasına rağmen ticaretini devam ettirmiş. Yani söylem ile ekonomik gerçeklik arasında bir çelişki ovar..
2024 Mayıs’ı: Türkiye, İsrail’e yönelik ticareti durdurduğunu açıklasada, yıl sonunda veriler, İsrail’in Türkiye’den hâlâ 2.87 milyar $ ithalat yaptığını ortaya koydu( açık kaynaklarda yer alan bilgilere göre).
İsrail'in, Doha Katar'a saldırısı sonrası( 2 gün önce): Gerek Netanyahu gerekse İsrailli yetkilerince ve kimi Körfez basınında ve Türk Basınında “Sıra Türkiye’de” söylemi yükseldi ama bu sırada demir ve yan ürünler başta olmak üzere bazı ticari kalemlerin sürdüğüne dair de iddialar bulunmakta.
Burada o zaman bir çelişki var: Bir yanda kamuoyuna sunulan “düşman” imajı, diğer yanda devam eden ekonomik bağlar. Bu, sıradan vatandaş için kafa karıştırıcı olsa da, aslında uluslararası ilişkilerin doğasını yansıtıyor: sert retorik ve sembolik krizler, çoğu zaman ekonomik ilişkileri bitirmez.
Dünya ölçeğinde örnek: ABD ile Çin, Tayvan konusunda karşı karşıya gelmelerine rağmen 2023’te ticaret hacimleri 575 milyar $’ı buldu. Yani sert politik krizler bile ekonomik bağları tamamen koparmaz.
“İsrail Türkiye’ye saldıracak” iddiasını ekonomik boyuttan okuduğumuzda tablo netleşiyor: Bu tür bir askeri girişim, her iki taraf için de maliyetler doğurur. Türkiye'nin de İsrail'inde ekonomik verileri kırılgandır. Asıl gerçeklik, ekonomik bağımlılıklardır. Ancak İsraili destekleyecek ciddi bir dış kaynak da mevcuttur. Dolayısıyla bu iddia, ekonomik veriler ışığında, askeri bir ihtimal olmaktan çok politik-psikolojik bir söylem işlevi görmektedir.
Konuya Bir de Askerî Boyutuyla bakalım: Kapasite ve Gerçeklik
Herhangi bir “İsrail Türkiye’ye saldıracak” iddiasını anlamak için, önce askeri kapasiteler ve coğrafi gerçeklikler dikkate alınmalı. Modern savaşlar yalnızca silah gücüyle değil, ittifaklar, lojistik ve uluslararası dengelerle mümkündür.
Türkiye’nin kapasitesi:
450 bin aktif asker, yaklaşık 2.000 tank, 240’a yakın savaş uçağı (bilgi açık kaynaklardan basından alınmıştır).
NATO üyesi olması sebebiyle yalnızca kendi gücüne değil, ittifakın 5. madde kapsamında sağladığı güvenliğe de sahiptir.
İsrail’in kapasitesi:
170 bin aktif asker, 1.600 civarı tank, 600’e yakın savaş uçağı.
Teknolojik üstünlükleri özellikle hava savunma (Demir Kubbe) ve insansız hava araçları alanında belirgindir.
ABD desteği, İsrail ordusunun en kritik güvenlik dayanağıdır.
Ajanları her yerdedir.
NATO faktörü:
Türkiye’ye doğrudan bir saldırı, NATO’nun 5. maddesini tetikler. Bu da ABD ve Avrupa’nın devreye girmesi anlamına gelir.
İsrail’in böyle bir riski göze alması, hem askeri hem de diplomatik olarak son derece düşüktür. Eğer mümkün olursa BU ANCAK DANIŞIKLI DÖVÜŞTÜR ve BOP kapsamında, BOP eşbakanlarınca da onaylanmış demektir.
Askerî veriler gösteriyor ki, Türkiye ve İsrail güçlü ordulara sahip olsa da, coğrafya ve ittifak dengeleri nedeniyle doğrudan savaş olasılığı çok düşüktür. Burada askeri söylemin işlevi, gerçek bir savaş hazırlığından çok, politik caydırıcılık ve kamuoyu mobilizasyonu sağlamaktır.
"İsrail Türkiye Saldıracak" iddiasının bir de Uluslararası Boyutuna bakalım: Dünya Dengeleri ve Stratejik Çerçeve
“İsrail Türkiye’ye saldıracak” iddiası, yalnızca ikili ilişkiler değil, uluslararası sistemin dengeleri içinde okunmalı. Çünkü böyle bir senaryo, yalnızca iki ülkenin değil, bölgesel ve küresel ittifakların istikrarını da doğrudan sarsar.
NATO ve ABD faktörü:
Türkiye’nin NATO üyeliği, İsrail’in doğrudan askeri saldırısına ciddi bir önleyici tedbirdir. NATO’nun 5. maddesi, bir üyeye saldırıyı tüm ittifaka yapılmış kabul eder.
ABD hem İsrail’in en güçlü müttefiki hem de NATO’nun ana aktörüdür. Dolayısıyla Washington için, iki müttefikinin (Türkiye ve İsrail) doğrudan savaşa girmesi çıkarlarına şimdilik aykırıdır.
Avrupa Birliği:
AB için Türkiye–İsrail çatışması, enerji güvenliğini ve göç dinamiklerini doğrudan tehdit eder. Bu nedenle Brüksel böyle bir senaryonun önünü kesmeye şimdilik çalışır.
Bölgesel dengeler:
Körfez ülkeleri (Katar, Suudi Arabistan, BAE) son yıllarda İsrail ile farklı düzeylerde normalleşme süreçlerine girdi. Türkiye–İsrail arasında bir savaş, bu ülkelerin güvenlik stratejilerini ve ekonomik yatırımlarını alt üst eder. Dolayısıyla bölgesel aktörler için bu ihtimal istenmeyen bir kaostur.
Bakın bu konudaki Alma Research & Education Center'ın( Şubat 2025)de yaptığı bir analizde: Türkiye’nin İsrail’e yönelik potansiyel tehditlerini “doğrudan saldırı”dan ziyade, Suriye kaynaklı vekâlet stratejileri ve söylemsel tehditler üzerinden değerlendiriyor. Yani askeri çatışmadan çok, dolaylı riskler ön plana çıkacak deniyor.
NATO ve Orta Doğu üzerine Mayıs 2025’te yayımlanan FIIA politika brifinginde ise, Türkiye’nin ittifak içindeki rolünü “Orta Doğu’ya açılan köprü” olarak tanımlıyor; asıl sorunun İsrail ile doğrudan savaş değil, farklı tehdit algılarının ittifak içi uyumu zorlaştırması olduğunu vurguluyor.
Uluslararası dengeler açısından İsrail’in Türkiye’ye doğrudan saldırısı, yüksek maliyetli ve sistem açısından sürdürülemez bir senaryodur. Ancak söylemsel tehditler, vekâlet savaşları ve propaganda üzerinden yürütülen algı yönetimi, hem bölgesel hem de küresel düzeyde politik değer taşıyor. Bu nedenle “saldırı ihtimali” zayıf, fakat “saldırı algısı” güçlü ve işlevseldir.
Bu yazıya bir son paragraf yazarsam şunu ifade etmem kesinlikle gereklidir: Bir saldırı söz konusu olursa bu kesinlikle İsrail'in bölgedeki hedefleri için danışıklı dövüşün göstergesi olur.
Yorumlar